YARALI KUMRU
Öğlende yemekhaneden koşarak çıktılar. Gidecekleri yer
belliydi, okulun taşla kaplı olmayan çimenlik yerinde oynamayı çok
seviyorlardı. Burası okulla mandalina bahçesinin arasında kalan yeşil alandı.
Mandalina bahçesini çevreleyen tel örgüler biraz aşağıda kalıyordu. Yeşil alan
hafif eğimle tel örgülere kadar uzanıyordu. Fazla geniş değildi, ama onlara
yetiyordu. Tel örgülerin spor salonuna yakın kısmında bir kapı vardı. Bahçeye
açılan bu kapı genelde hep kapalıydı. Çocukların mandalina bahçesine girmelerine
izin verilmiyordu çünkü.
Nisan ayının sonlarıydı. Hava güneşliydi. Çocuklar
çimenlerin üzerinde daire olmuş oturuyorlardı. İçlerinden biri aniden
yuvarlanarak tel örgünün dibine kadar indi. Onu gören diğerleri de yuvarlanmaya
başladı. Bazen ters dönüp birbirlerine çarpıyorlar ya da aşağıda üst üste
geliyorlardı.
Zamanın nasıl geçtiğinin farkında değillerdi.
Yuvarlanan her öğrenci tekrar denemek için birkaç metrelik yokuşu aceleyle
tırmanıyordu. Ders saati yaklaştıkça birer ikişer eksildiler. En sona Zeynep,
Eylül ve Orhan Ege kalmıştı. Orhan Ege birden yerinden kalkıp tel örgüye koştu.
İleride mandalina ağaçlarının altında bir kuşun çırpındığını, uçmaya çalıştığını
görmüştü.
“Zeynep bakın kuş yaralı!” diye arkadaşlarına
seslendi. Zeynep ve Eylül hemen onun yanına geldi.
“Köpekten kaçıyor!” diye bağırdı Eylül ağlamaklı bir
sesle.
“Kurtaralım, yoksa kuşu yiyecek!” dedi Zeynep.
“Kuş değil güvercin.”
“Güvercin de kuştur,” diye çıkıştı Orhan Ege’ye
Zeynep.
“Kumru, kumru!” diye bağırarak kapıya koştu Eylül.
Kapı açıktı.
“Gelseniz ya, içeri girelim, bizi görünce kaçar
köpek.”
Orhan Ege ve Zeynep de kapıya geldiler. Üçü de öylece
durmuş ilk adımı arkadaşının atmasını bekliyordu. Kızlar Orhan Ege’ye
bakıyorlardı, onlara göre, önce onun harekete geçmesi gerekiyordu.
“Girsene Orhan Ege!”
Orhan Ege dönüp Eylül’e baktı, sen neden girmiyorsun
dercesine.
“Bahçeye girmek yasak ama!”
“Korkuyorum demiyorsun da…”
Kızların kıkırdayarak gülmeleri üzerine yavaş
adımlarla içeri süzüldü Orhan Ege. Diğerleri de arkasından geldiler. Kumruya
yaklaştıklarında, kuş ürkerek kaçmak istedi. Havada birkaç kanat çırpabildi. Üç
metre kadar aşağı, bahçenin ortasına doğru giden kuşu çocuklar da takip etti. O
an, orada bir de kedi olduğunu gördüler.
“Kediden kaçıyor kuş!”
“Kovalım kediyi.”
Orhan Ege kedinin üzerine doğru yürüdü. Kedinin
kaçmaya hiç niyeti yoktu. Uzakta duran köpek kulaklarını dikmiş onlara
bakıyordu.
“Üçümüz ayrı ayrı yerleri tutalım,” dedi Zeynep.
“Çok iyi fikir Zeynep, ben şu tarafa geçeyim,” diyerek
kediyle kuşun arasına girdi Eylül. Kedinin önünü kapatmıştı.
“Sen de oraya geç Orhan Ege, köpeği engelle,” dedi Zeynep.
“Neden ben köpeğin tarafına geçiyormuşum,” diye itiraz
etti Orhan Ege.
“Her şeye de itiraz etme Orhan Ege; geç işte!”
Orhan Ege denileni yaptı. Kumru şimdi üçünün oluşturdukları
üçgenin içindeydi. Kedi yere sinmiş fırsat kolluyordu. Çaktırmadan yerde
sürünerek kumruya yaklaşıyordu. Eylül, kediye atmak için yerden bir şeyler
arandı. Bulamayınca elini sallayarak bağırdı.
“Pisst! Git buradan!”
Kedi aldırmadı, gitmeye hiç niyeti yoktu. Kuşu onun
yaraladığı anlaşılıyordu. Köpek sonradan oraya gelmiş olmalıydı.
“Köpek masuma benziyor, ondan zarar gelmeyecek sanırım,”
dedi Orhan Ege.
“Sakın ayrılma oradan hiç belli olmaz.”
“Doğru diyor Zeynep, gözünü köpekten ayırma.”
“Tamam da daha ne kadar bekleyeceğiz bu halde?”
Daha sözünü tamamlayamadan kumru yeniden havalandı. Bu
sefer on on beş metre uçabildi. Kedi de ardından koştu. Üçü birden bağırarak
kedinin üzerine yürüdü. Zeynep yerden kaptığı bir sopa parçasını kediye
fırlatınca ancak engelleyebildiler kediyi. Köpek geri kalır mı, o da onlara
doğru koştu. Bu şekilde bahçenin sonuna değin gelmişlerdi. Eğer kumru aşağıdaki
tel örgüleri aşarsa arık onu koruyamazlardı.
“Orhan Ege, sen aşağı geç kuşun yolunu kapat, daha
fazla gitmesin.”
Bu kez Orhan Ege ses etmeden Eylül’ün komutuna uydu. Hafif
kilolu olduğundan ağır adımlarla dolanıp tel örgüye kadar gitti. Kilosu değil
de gözlükleriyleydi onun asıl sorunu. Yeni takmaya başlamıştı. Beşinci sınıfa
gelene değin kimse ondaki görme bozukluğunu fark etmemişti. Matematik öğretmeni
bir gün, “Orhan Ege senin uzağı iyi göremediğini düşünüyorum, annene söyle seni
göz doktoruna götürsün,” demişti. Gerçekten de gözleri bozuk çıkmıştı. İki de
bir burnunun üzerine kayan gözlüklerini düzeltmekten bıkmıştı. Doktoru birkaç
aya alışacağını söylemişti.
“Kuşun bir arkadaşı varmış bakın!” Zeynep büyükçe bir
mandalina ağacındaki gri kumruyu gösteriyordu.
“Arkadaşına yardıma gelmiş demek ki!”
“Daha önce okumuştum kumrular hep çift gezerlermiş, yaralı
kuşun eşidir mutlaka. Eşi ölürse o da yaşayamazmış.”
Zeynep bilgisini arkadaşlarıyla paylaşmanın keyfiyle
anlında biriken terini sildi. Onun da Orhan Ege’den kalır yanı yoktu, kilosunda
azıcık fazlalığı vardı. Böyle göründüğüne bakmayın, çok iyi tenisçiydi.
Bodrum’da tenis şampiyonalarında dereceleri vardı, okulun da en iyi kız
tenisçisiydi. Beşinci sınıfa gitmesine karşın kendinden çok büyük kızları
rahatça yeniyordu. Yani görüntüsüne bakıp aldanmamak gerekir, tam bir
sporcudur. Ayrıca sınıf arkadaşlarından da bir yaş küçüktü. Okula bir yaş erken
başlamıştı, ama sınıfın en başarılı öğrencileri arasındaydı.
“İyi de bu durumdan nasıl kurtulacağız? Birimizin
gidip yardım istemesi gerekiyor,” dedi Eylül.
Eylül de çok başarılı bir öğrenciydi. Başta müzik
olmak üzere birçok sosyal etkinlikte yer alıyordu. Çok iyi piyano çalıyordu.
Beşinci sınıfa başlarken yapılan sınavda okul birincisi olmuştu. Elbette ki
böylesine zor anlarda doğru çözümler bulacaktı. “Derslerdeki başarı günlük
hayata yansımıyorsa bir değeri yoktur,” derdi babası.
“Ben gidip haber vereyim,” dedi Orhan Ege.
“Hayır, sen oradan ayrılma!” İki kız aynı anda
bağırmıştı. Onların bağırtısına ürken kuş yeniden havalandı. Bu kez iyice
yükseğe çıkabilmişti. Kanatlarından düşen tüyler etrafta uçuşurken o da ağacın
dalındaki eşinin yanına kondu. Üçü aynı anda sevinç narası attı. Onların
sevinci köpeği de kediyi de ürküttü. Köpek arkasını dönüp yukarı doğru yürüdü.
Kedinin gözü hâlâ ağaçtaki kumrulardaydı.
“Kedi gideceğine köpek gitti. Köpek ağaca tırmanamaz
ama kedi tırmanır arkadaşlar. Tehlike geçmedi.”
Zeynep’i Eylül de onayladı.
“Kovalım onu da,” diyerek kedinin üzerine yürüdü Orhan
Ege. Diğerleri de onun ardından kedinin üzerine doğru koştular. Daha fazla
dayanamayan kedi inadı bırakıp gidince o da köpeği takip etti.
“Yaşasın kazandık!” diye bağırdı Eylül.
“Şunların mutluluğuna bakın, sanki bize teşekkür ediyorlar.”
Kumrular çok güzel görünüyorlardı. Kendilerine özgü
sesi çıkarıyorlardı. “Gur, gur…”
“Haklısın Zeynep, bize teşekkür ediyorlar.” Orhan
Ege’ydi gururla konuşan.
“Biz görevimizi yaptık.”
“Arkadaşlara anlatsak inanamazlar…”
Mandalina bahçesi birden sessizleşti. Önemli bir şeyi
anımsamış gibi birbirlerine baktılar. Üçünün de aklından aynı şey geçmişti:
ders…
“Derse geç kaldık!” dedi Eylül şaşkın bir sesle.
“Çok mu geciktik?”
“Beş on dakika en fazla,” dedi Orhan Ege.
Oysa ilk ders bitmek üzereydi. Telaşla bahçe çıkışına
koştular. Kapıya geldiklerinde Mehmet Eren’le karşılaştılar.
“Nerdesiniz? Herkes sizi arıyor! Okulda bakılmadık yer
bırakmadık…”
Orhan Ege, Eylül ve Zeynep’in o andaki yüz ifadesi
görülmeliydi. Zeynep’in yüzü allaşmış, Eylül’ün gözleri nemlenmişti. Orhan Ege
oralı bile değildi. Alt dudağını sarkıtmış okula doğru yürüyordu. Onun aklı
hâlâ kumrulardaydı. Gecikmişlerse ne olmuş yani? Bir kumrunun hayatını
kurtarmışlardı. Üstelik kumrunun bir de eşi vardı. Eğer yaralı kuş ölseydi eşi
de yaşayamazdı. Orhan Ege’ye kalsaydı cuma günü törende onlara madalya
verilmeliydi.
Beş dakika sonra okul müdürünün odasındaydılar. Müdüre
Hanım koltuğunda oturmuş soran gözlerle onlara bakıyordu. Kızgın mıydı ya da
onlarla gurur mu duyuyordu bakışlarından anlaşılmıyordu. Olup biteni ayrıntısıyla
Eylül anlattı. Unuttuğu ya da takıldığı yerde Zeynep araya giriyordu. Orhan Ege
konuşulanlarla ilgisi yokmuş gibi bir havadaydı. Müdür yardımcısı ve diğer
nöbetçi öğretmenler kapı girişinde onları izliyordu. Bir ara Zeynep’in
bakışları onlara kaydı. Olayın ciddiyetini o zaman kavradı. İçi daraldı.
Eylül’ün de ondan geri kalır yanı yoktu. Ağlamaklı bir sesle;
“Özür dilerim öğretmenim,” diyebildi.
Zeynep’in özrüne diğer ikisi de katıldı. Müdüre Hanım
gözlerinde gülücükle ayağa kalktı.
“Çocuklar bu durumu şimdi konuşmayalım. Bahçeye girmekle
kuralı çiğnediniz, dersinizi kaçırdınız, bizleri merakta bırakarak sorumsuzca
davrandınız. Çok korktuk ve endişelendik. Diyeceksiniz ki bir can kurtardık. Bu yönüyle bakılınca davranışınız doğru
görünüyor. Ama…” Susup çocukların yanına kadar geldi. “Bunları şimdi
konuşmayalım, aradan biraz zaman geçsin. İnanıyorum ki sakinleştiğinizde daha
sağlıklı düşüneceksiniz...”
Zeynep ve Eylül ışıldayan gözlerle,
“Teşekkür ederiz öğretmenim,” dediler.
Hemen onların ardından Orhan Ege, zor duyulur bir
sesle; “Teşekkür ederim,” dedi.
“Tehlikeyi göze alarak bir hayvanın hayatını
kurtarmanız çok değerli bir davranış. Ancak okulun kurallarına karşı gelmeniz
de o derece yanlış. Bakın aklıma ne geldi; Türkçe öğretmeniniz beşinci sınıflar
arasında bir tartışma düzenlesin. İki grup kurulsun, bir tarafta davranışınıza
doğru diyenler, diğer tarafta yanlış diyenler olsun. Bu tartışmalara bizim çocukluğumuzda
münazara denilirdi… Anlaştık mı?”
“Evet!”
Üçü de çok mutluydu. Müdüre Hanımın güleç yüzü onlara
da yansıdı. Ama çok sürmedi, Müdüre Hanım asıl sürprizi sona saklamıştı.
“Siz, üçünüz davranışınızın yanlışlığını savunan
grupta olacaksınız. Münazaraların en güzel tarafı burasıdır çocuklar. Bir
düşüncenin doğru olması kadar onun sağlam kanıtlarla ve ona en uygun
yöntemlerle savunulası da önemlidir. Size en doğru gelen düşünce doğru şekilde
savunulmazsa değersizleşir ve etkisini yitirir…”
O ana kadar sessizce duran Orhan Ege’den beklenmedik
bir itiraz geldi.
“Ama öğretmenim ben yanlış bir şey yaptığımı düşünmüyorum
ki…”
Eylül’le Zeynep dönüp şaşkınlıkla arkadaşlarına
baktılar. Orhan Ege hiç ummadıkları bir çıkışta bulunmuştu. Ne diyecek diye kaygıyla
bakışlarını Müdüre Hanıma çevirdiler. Müdüre Hanım konuyu tartışmaktan yana
değildi, kararlı bir sesle konuyu kapattı.
“İtiraz istemiyorum Orhan Ege, bu bir görevdir! Durumunuzu
sonra görüşeceğimize hep birlikte karar vermiştik. Grubunuzun sözcüsü de başkanı
da sen olacaksın. Şimdi sınıflarınıza gidebilirsiniz!”
Üçü de boynunu büküp kabullendiler öneriyi. Müdüre Hanımın
odasından çıktıklarında korku ve endişelerini geride bırakmışlardı. Sınıflarında
kahraman gibi karşılanan bu üç öğrencinin yaşadıkları serüven bir hafta boyunca
öğrencilerin gündeminde kaldı…
(28.08.2018 / AKBÜK)