EĞİTİM YUVASI MI TİCARETHANE Mİ?
Yazmak Boynumun Borcu(2)
Özel okul
sahipleri ya da kurucuların eğitime patron gözüyle baktığı yerde elbette çok
büyük sorunlar yaşanacaktır. Birinci yazımı bu cümleyle bitirmiştim. İki buçuk
yıllık özel okul deneyimi yaşadım. Özellikle belirtmek isterim, bu yazıyı
sadece yaşayıp gördüklerimden yola çıkarak kaleme almadım. Burada değindiğim
sorunlar ve benzerleri özel okulların büyük bir kısmında yaşanmaktadır.
Mesleğimi
2007’de bıraktığımda öğretmenliğe bir daha dönmeyi düşünmüyordum. İlk gençlik
yıllarımın aşkı avukatlık mesleği içimde uhdeydi. Fakülteyi bitirmiştim, ama
stajımı yapamamıştım. Öğretmenliği bırakır bırakmaz stajımı başlattım. Stajdan
sonra oğlumla iki yıla yakın aynı büroda çalıştık. Öğretmenlikten sonra
avukatlık bana zor geldi. Bir türlü alışamadım. Oğluma, büro senin diyerek
kenara çekildim. Zamanımı seyahat ederek, dağ tırmanışları yaparak ve roman
yazarak geçirmeye başladım.
Ayrılışımın
yedinci yılında öğretmenliğe yeniden döndüm. İzmir’de bir arkadaşımızın açtığı
okulda eşimle çalışmaya başladık. İki amacımız vardı birincisi İzmir’de
yaşamayı tecrübe etmek, ikincisi de arkadaşımıza destek olmaktı. Arkadaşımızın
kendine göre projeleri vardı, üstün yeteneklilere yönelik program uygulamak
istiyordu. Anlaşamadık, iki buçuk ayın sonunda okuldan ayrıldık. Üstün yetenekliler
okuluyuz iddiasıyla yola çıkıp eklektik bir program uygulamak her şeyden önce
felsefi anlamda bana ters geldi. Bir sistemin bütünlüğü bozulduğunda verilecek
eğitimin yarardan çok zararı olacağı açıktır.
Finlandiya
eğitim sistemi tüm eğitimcilere cazip gelir. Romantik bir şekilde bu sistem
uygulanmak istenir. Sınıflar sisteme göre çağın teknik araç gereçleriyle
donatılır, öğretmenlerden buna uygun çalışma beklenir... Ama sonuç hiçbir zaman
istenildiği gibi olmaz, eldeki olanaklar neye yetiyorsa ancak o kadarı hayata
geçirilir. Yani sistem yarım yamalaktır. Eklektik tercihlerden sistem
yaratılamayacağını söylemeye bile gerek yok. Eğer ille de Finlandiya’daki
sistem uygulanacaksa öncelikle temelden başlanması gerekir. Okulun yönetimi
Finlandiya’daki gibi öğretmen ve öğrencilere bırakılmalıdır. Finlandiya eğitim
sistemini uygulamak isteyenler nedense bu temel özelliği görmezden gelirler!
İkinci kez başka
bir okulda çalışmaya başlamamızın da birincisine benzer nedenleri vardı. Okulların
açılışına bir gün kala arandık. Birinci sınıflardan bir şubenin öğretmeni hastalanmış,
öğretmensiz kalmışlar. Araya kıramayacağımız iki öğretmen büyüğümüz girince
ısrarlara fazla direnemedik. Eşim birinci sınıfları aldı, bana da matematik
derslerini verdiler. Göreve başlarken yöneticilerden tek bir istekte bulundum,
mesleğimi yaparken özgür olmak. Yöneticiler görevde kaldıkları sürece sözlerini
tuttular. Onlar, ikinci eğitim sezonunun ortasındayken görevden ayrılmak zorunda
bırakılınca, bize de yol görünmüştü. Öğrencilerimize ve velilerimize verilmiş
sözümüz vardı, bu nedenle biz seneyi çıkarmak zorundaydık, öyle de yaptık...
Özel
okullarda öğretmenlerin çalışma koşulları oldukça ağırdır. Öğretmenler sabahın
erken saatlerinde okula gelir, akşam karanlığında evlerine dönerler. Çalışmalarında
özgür değildirler, uygulanacak program yukarıdan dikte edilir. Yapılan
toplantılarda öğretmen dinleyici konumundadır. Farklı görüşü olan öğretmen
bilir ki söz alıp konuşması boşunadır. Örneğin matematik dersinde etütlerin içeriğini
ve nasıl verileceğini ders öğretmeni belirleyemez. Okul yöneticisi ne derse o
uygulanır. Yöneticinin matematik öğretmeni olup olmaması önemli değildir. Çünkü
o, kendini her dersle ilgili karar verebilecek yetkinlikte görmektedir...
Öğretmen
sabah evden çıkarken işe gidiyorum demez, okula gittiğini söyler. Yani
öğretmenlik işin ötesinde bir anlama sahiptir onun için. Yöneticilerin sık
kullandıkları bir söz vardır; “Okulda temel olan öğrencidir, öğrenci varsa biz
varız,” derler... Kulağa hoş gelen bu söz alkışlanırken diğer kutsalımız arka
plana itilir. Öğretmenin önemi görmezden gelinir. Oysa öğretmen varsa, öğrenci
vardır. Çocuk öğretmenle buluştuğunda öğrenci sıfatına bürünür. Devasa beton
binaların kapısına okul tabelası asılmakla o binalar okul niteliği kazanmaz,
binlerce çocukla doldursanız da değişen bir şey olmaz: önce öğretmen... Bir
okulun değerini, başarısını belirleyen öğretmendir...
Özel
okullarda öğretmenlerin sınıflarından bir an bile ayrılmaları yöneticilerin
gözüne batabilir. Nöbet sistemi ağırdır, haftada iki hatta üç kez nöbet tutan
öğretmenler vardır. Öğretmenin şikâyete, yakınmaya hakkı yoktur. Hafiften ses
çıkarılacak olunursa Avrupa’daki öğretmenlerin çalışma koşulları dile
getirilir. Avrupa’da sınıf öğretmenleri sınıflarından ayrılmazlarmış. Avrupa’yı
örnek veren yöneticinize, ama orada öğretmenler en üst düzeyden ücret
alıyorlar, diyemezsiniz. Ya da Avrupa’da çalışma saatleri dışında öğretmen
işiyle ilgili arandığında ya da ona mesaj atıldığında ek mesai ücreti ödeniyor,
diyemezsiniz. Yukarıda da belirttiğim gibi bizim ülkemizde yöneticiler eklektizm
bağımlısıdırlar. Yani işlerine geleni bilir ve uygularlar, ama haklarını yemeyelim
bu yönleriyle çok başarılıdırlar!
Sınavların
gevşemesiyle özel okullarda eğitim öğretim de gevşedi. Çağdaş eğitim adı
altında gösteriye-gösterişe dönük etkinlikler yüzünden birçok özel okulda
müfredat tamamlanamadan sene bitiyor. Akademik başarı gittikçe düşüyor. Olan
önce öğrencilere, sonra da bu okullara yüklü paralar ödeyen velilere oluyor.
Çocuklar gelişimlerini sağlıklı tamamlayamadıkları için hayata istenilen
şekilde hazırlanamıyorlar. Velilere bu konuda tek bir öneride bulunacağım:
Okulu seçerken, karar vermeden önce o okulun öğretmenlerinin mutlu olup
olmadıklarını araştırınız. Öğretmen mutsuzsa o okula verdiğiniz para çocuğunuzun
alacağı eğitimin karşılığı değildir. Paranız boşa gittiği gibi çocuğunuzun
zamanı da heba olacaktır. Para kazanılır ama giden zaman geri gelmez...
Okul içindeki
günlük yaşantıyı patron belirler. İsterse size çay verir, istemezse vermez. Çay
bir yana susuz bile bırakabilir. Okul onundur, dilediğini yapar. İsterse ağustosun
tam ortasında öğretmenlere kravat takmayı zorunlu tutar. Bir kişi çıkıp da
yönetmeliklerde kılık kıyafette yaz uygulaması var diyemez. Keyif patronun
değil mi? Konuşanı anında kapının önüne koyacağını bilir öğretmen. Bir öğretim
yılında elli altmış çalışanın işine son verilen bir okulda öğretmen elbette
kılı kırk yararak hareket edecektir. Binlerce işsiz öğretmenin bulunduğu
ülkemizde iş bulmuş daha ne istesin! Siz şimdi böyle bir okulda çalışan öğretmenlerden
verim bekleyebilir misiniz? Öğretmenliğin kutsal bir meslek olduğunun en iyi
örneği bu öğretmenlerdir. Tüm zorluklara karşın öğretmenler mesleklerinin
gereğini yapmak için çabalarlar. Öğretmen sınıfına girdiğinde sıkıntılarını kapının
dışında bırakır. Ama aynı öğretmen bilir ki koşullar daha iyi olduğunda verimi
daha da artacaktır...
Özel
okullarda yaşanan ilginçlikler anlatmakla bitmez: Sabah okula gelen sınıf
öğretmeni bir bakar ki öğretmen kürsüsü yazı tahtasının önüne doğru kaydırılmış.
Nedenini öğrendiğinde şaşırır: Patron, öğretmen kürsüsünün pencere kenarından
bir buçuk metre içeride olmasını istemiş... Öğretmen sınıf duvarlarına asmak
istediği yazıları-resimleri patronun belirlediği yerlere asmak zorundadır...
Bunun gibi gariplikler yaşanırken Finlandiya eğitim sistemini tartışmak çok
garip değil mi?!
Öğretmen ücretlerin
belirlenmesi ya da sözleşmelerin yapılması ise en vahimidir. Patronun iki
dudağı arasındadır öğretmenin emeğinin karşılığı. Patron yüzde iki, yüzde üç
zam yapmışsa kabul edeceksin. İstemiyorsan istifa et! İsteğinle ayrıldığın için
tazminatın yanacaktır, bu nedenle mecburen çalışacaksın. Devletin öğretmenlere
hak gördüğü eğitim (kırtasiye) ödeneğini keyfi olarak vermeyen patronlara da
ses çıkaramaz öğretmenler. Başka okullarda bu ödenekleri alan meslektaşlarına
gıptayla bakarlar ancak. Öğretmen bu paranın peşine düşecek olursa kapının
önüne konacağından emindir... Bu ödenekle ilgili en can yakıcı üzücü olay ise
paraların öğretmenin hesabına bankaya yatırılıp sonra öğretmenlerden elden
geriye alınmasıdır. Böyle saçma bir uygulama için yöneticilerin öğretmenlere
yaptığı açıklama ise tek kelimeyle suça ortaklıktır. Neymiş eğitim giderlerini
zaten patron karşılıyormuş. Kırtasiye bol miktarda alınıyormuş. Devletin koyduğu
bir kuralı patronlar kendi kafalarına göre düzeltebilme hakkına sahipler sanki!
Belki haklıdırlar, devleti yönetenler onlar kadar iyi bilemeyebilirler. Aslında
yönetici de patron da yaptıklarının bir hak gaspı olduğunu bilmektedirler.
(Öğretmen, devletin ona hak gördüğü bu parayla gidip gömlek alabilir, ayakkabı
alabilir ya da başka bir ihtiyacını giderebilir. İlle de ders aracı gereci
almak zorunda değildir...) Bu yazdıklarım elbette tüm özel okullar için geçerli
değildir. Kurumsallaşmış okulları bir yana koymak gerekir. Ancak sözünü ettiğim
okulların sayısının az olmadığı gerçeğini kabul etmeliyiz.
Eğitimin kalitesini
belirleyen öncelikle öğretmenlerdir. Öğretmenin donanımlı olması, sonra iyi
koşullarda çalışması gerekir. Mustafa Kemal Atatürk, “Öğretmenler yeni nesil
sizin eseri olacaktır.” sözüyle yarınlarımıza ışık tutmuştur. Özel okul
sahipleri Atatürk’ün izinden gittiklerini öğretmenlere verdikleri değerle göstermeliler
her şeyden önce...
Öğretmenin
verimliliğini artırmak, özlük haklarını güvenceye almak için çok basit
önerilerim var: 1- Özel okullardaki öğretmenlere sendikal haklar verilmelidir. 2-
Özel okullar, başta öğretmenlerin özlük hakları olmak üzere çok iyi denetlenmelidir.
3- Ücretlere, öğretmenlik mesleğine yakışır bir standart getirilmelidir. Örneğin,
devlet öğretmeninin en düşük maaşından daha aşağı ücretle öğretmen çalıştırılamaz
denebilir...
Kırk yıllık öğretmenliğimin
yirmi yıla yakın süresinde özel öğretim kurumu işletmeciliği yaptım. Arkadaşlarımla
birlikte her yıl 1500 - 2000 arası öğrenciye eğitim verdik. Daima “Önce
eğitim...” dedik. Parasal kaygımız hiç olmadı, çünkü iyi eğitim, iyi de para
kazandırıyordu. Çalışanlarımızın özlük haklarını sonuna kadar gözettik...
Sözün kısası
eğitimciliğin keyfini çıkardık...
Genç
meslektaşlarıma sevgiyle…
23.02.2017 / Kdz. Ereğli