24 Kasım 2018 Cumartesi


EĞİTİM YUVASI MI TİCARETHANE Mİ?

Yazmak Boynumun Borcu(2)

 

Özel okul sahipleri ya da kurucuların eğitime patron gözüyle baktığı yerde elbette çok büyük sorunlar yaşanacaktır. Birinci yazımı bu cümleyle bitirmiştim. İki buçuk yıllık özel okul deneyimi yaşadım. Özellikle belirtmek isterim, bu yazıyı sadece yaşayıp gördüklerimden yola çıkarak kaleme almadım. Burada değindiğim sorunlar ve benzerleri özel okulların büyük bir kısmında yaşanmaktadır.

Mesleğimi 2007’de bıraktığımda öğretmenliğe bir daha dönmeyi düşünmüyordum. İlk gençlik yıllarımın aşkı avukatlık mesleği içimde uhdeydi. Fakülteyi bitirmiştim, ama stajımı yapamamıştım. Öğretmenliği bırakır bırakmaz stajımı başlattım. Stajdan sonra oğlumla iki yıla yakın aynı büroda çalıştık. Öğretmenlikten sonra avukatlık bana zor geldi. Bir türlü alışamadım. Oğluma, büro senin diyerek kenara çekildim. Zamanımı seyahat ederek, dağ tırmanışları yaparak ve roman yazarak geçirmeye başladım.

Ayrılışımın yedinci yılında öğretmenliğe yeniden döndüm. İzmir’de bir arkadaşımızın açtığı okulda eşimle çalışmaya başladık. İki amacımız vardı birincisi İzmir’de yaşamayı tecrübe etmek, ikincisi de arkadaşımıza destek olmaktı. Arkadaşımızın kendine göre projeleri vardı, üstün yeteneklilere yönelik program uygulamak istiyordu. Anlaşamadık, iki buçuk ayın sonunda okuldan ayrıldık. Üstün yetenekliler okuluyuz iddiasıyla yola çıkıp eklektik bir program uygulamak her şeyden önce felsefi anlamda bana ters geldi. Bir sistemin bütünlüğü bozulduğunda verilecek eğitimin yarardan çok zararı olacağı açıktır.

Finlandiya eğitim sistemi tüm eğitimcilere cazip gelir. Romantik bir şekilde bu sistem uygulanmak istenir. Sınıflar sisteme göre çağın teknik araç gereçleriyle donatılır, öğretmenlerden buna uygun çalışma beklenir... Ama sonuç hiçbir zaman istenildiği gibi olmaz, eldeki olanaklar neye yetiyorsa ancak o kadarı hayata geçirilir. Yani sistem yarım yamalaktır. Eklektik tercihlerden sistem yaratılamayacağını söylemeye bile gerek yok. Eğer ille de Finlandiya’daki sistem uygulanacaksa öncelikle temelden başlanması gerekir. Okulun yönetimi Finlandiya’daki gibi öğretmen ve öğrencilere bırakılmalıdır. Finlandiya eğitim sistemini uygulamak isteyenler nedense bu temel özelliği görmezden gelirler!

İkinci kez başka bir okulda çalışmaya başlamamızın da birincisine benzer nedenleri vardı. Okulların açılışına bir gün kala arandık. Birinci sınıflardan bir şubenin öğretmeni hastalanmış, öğretmensiz kalmışlar. Araya kıramayacağımız iki öğretmen büyüğümüz girince ısrarlara fazla direnemedik. Eşim birinci sınıfları aldı, bana da matematik derslerini verdiler. Göreve başlarken yöneticilerden tek bir istekte bulundum, mesleğimi yaparken özgür olmak. Yöneticiler görevde kaldıkları sürece sözlerini tuttular. Onlar, ikinci eğitim sezonunun ortasındayken görevden ayrılmak zorunda bırakılınca, bize de yol görünmüştü. Öğrencilerimize ve velilerimize verilmiş sözümüz vardı, bu nedenle biz seneyi çıkarmak zorundaydık, öyle de yaptık...

Özel okullarda öğretmenlerin çalışma koşulları oldukça ağırdır. Öğretmenler sabahın erken saatlerinde okula gelir, akşam karanlığında evlerine dönerler. Çalışmalarında özgür değildirler, uygulanacak program yukarıdan dikte edilir. Yapılan toplantılarda öğretmen dinleyici konumundadır. Farklı görüşü olan öğretmen bilir ki söz alıp konuşması boşunadır. Örneğin matematik dersinde etütlerin içeriğini ve nasıl verileceğini ders öğretmeni belirleyemez. Okul yöneticisi ne derse o uygulanır. Yöneticinin matematik öğretmeni olup olmaması önemli değildir. Çünkü o, kendini her dersle ilgili karar verebilecek yetkinlikte görmektedir...

Öğretmen sabah evden çıkarken işe gidiyorum demez, okula gittiğini söyler. Yani öğretmenlik işin ötesinde bir anlama sahiptir onun için. Yöneticilerin sık kullandıkları bir söz vardır; “Okulda temel olan öğrencidir, öğrenci varsa biz varız,” derler... Kulağa hoş gelen bu söz alkışlanırken diğer kutsalımız arka plana itilir. Öğretmenin önemi görmezden gelinir. Oysa öğretmen varsa, öğrenci vardır. Çocuk öğretmenle buluştuğunda öğrenci sıfatına bürünür. Devasa beton binaların kapısına okul tabelası asılmakla o binalar okul niteliği kazanmaz, binlerce çocukla doldursanız da değişen bir şey olmaz: önce öğretmen... Bir okulun değerini, başarısını belirleyen öğretmendir...

Özel okullarda öğretmenlerin sınıflarından bir an bile ayrılmaları yöneticilerin gözüne batabilir. Nöbet sistemi ağırdır, haftada iki hatta üç kez nöbet tutan öğretmenler vardır. Öğretmenin şikâyete, yakınmaya hakkı yoktur. Hafiften ses çıkarılacak olunursa Avrupa’daki öğretmenlerin çalışma koşulları dile getirilir. Avrupa’da sınıf öğretmenleri sınıflarından ayrılmazlarmış. Avrupa’yı örnek veren yöneticinize, ama orada öğretmenler en üst düzeyden ücret alıyorlar, diyemezsiniz. Ya da Avrupa’da çalışma saatleri dışında öğretmen işiyle ilgili arandığında ya da ona mesaj atıldığında ek mesai ücreti ödeniyor, diyemezsiniz. Yukarıda da belirttiğim gibi bizim ülkemizde yöneticiler eklektizm bağımlısıdırlar. Yani işlerine geleni bilir ve uygularlar, ama haklarını yemeyelim bu yönleriyle çok başarılıdırlar!

Sınavların gevşemesiyle özel okullarda eğitim öğretim de gevşedi. Çağdaş eğitim adı altında gösteriye-gösterişe dönük etkinlikler yüzünden birçok özel okulda müfredat tamamlanamadan sene bitiyor. Akademik başarı gittikçe düşüyor. Olan önce öğrencilere, sonra da bu okullara yüklü paralar ödeyen velilere oluyor. Çocuklar gelişimlerini sağlıklı tamamlayamadıkları için hayata istenilen şekilde hazırlanamıyorlar. Velilere bu konuda tek bir öneride bulunacağım: Okulu seçerken, karar vermeden önce o okulun öğretmenlerinin mutlu olup olmadıklarını araştırınız. Öğretmen mutsuzsa o okula verdiğiniz para çocuğunuzun alacağı eğitimin karşılığı değildir. Paranız boşa gittiği gibi çocuğunuzun zamanı da heba olacaktır. Para kazanılır ama giden zaman geri gelmez...

Okul içindeki günlük yaşantıyı patron belirler. İsterse size çay verir, istemezse vermez. Çay bir yana susuz bile bırakabilir. Okul onundur, dilediğini yapar. İsterse ağustosun tam ortasında öğretmenlere kravat takmayı zorunlu tutar. Bir kişi çıkıp da yönetmeliklerde kılık kıyafette yaz uygulaması var diyemez. Keyif patronun değil mi? Konuşanı anında kapının önüne koyacağını bilir öğretmen. Bir öğretim yılında elli altmış çalışanın işine son verilen bir okulda öğretmen elbette kılı kırk yararak hareket edecektir. Binlerce işsiz öğretmenin bulunduğu ülkemizde iş bulmuş daha ne istesin! Siz şimdi böyle bir okulda çalışan öğretmenlerden verim bekleyebilir misiniz? Öğretmenliğin kutsal bir meslek olduğunun en iyi örneği bu öğretmenlerdir. Tüm zorluklara karşın öğretmenler mesleklerinin gereğini yapmak için çabalarlar. Öğretmen sınıfına girdiğinde sıkıntılarını kapının dışında bırakır. Ama aynı öğretmen bilir ki koşullar daha iyi olduğunda verimi daha da artacaktır...

Özel okullarda yaşanan ilginçlikler anlatmakla bitmez: Sabah okula gelen sınıf öğretmeni bir bakar ki öğretmen kürsüsü yazı tahtasının önüne doğru kaydırılmış. Nedenini öğrendiğinde şaşırır: Patron, öğretmen kürsüsünün pencere kenarından bir buçuk metre içeride olmasını istemiş... Öğretmen sınıf duvarlarına asmak istediği yazıları-resimleri patronun belirlediği yerlere asmak zorundadır... Bunun gibi gariplikler yaşanırken Finlandiya eğitim sistemini tartışmak çok garip değil mi?!

Öğretmen ücretlerin belirlenmesi ya da sözleşmelerin yapılması ise en vahimidir. Patronun iki dudağı arasındadır öğretmenin emeğinin karşılığı. Patron yüzde iki, yüzde üç zam yapmışsa kabul edeceksin. İstemiyorsan istifa et! İsteğinle ayrıldığın için tazminatın yanacaktır, bu nedenle mecburen çalışacaksın. Devletin öğretmenlere hak gördüğü eğitim (kırtasiye) ödeneğini keyfi olarak vermeyen patronlara da ses çıkaramaz öğretmenler. Başka okullarda bu ödenekleri alan meslektaşlarına gıptayla bakarlar ancak. Öğretmen bu paranın peşine düşecek olursa kapının önüne konacağından emindir... Bu ödenekle ilgili en can yakıcı üzücü olay ise paraların öğretmenin hesabına bankaya yatırılıp sonra öğretmenlerden elden geriye alınmasıdır. Böyle saçma bir uygulama için yöneticilerin öğretmenlere yaptığı açıklama ise tek kelimeyle suça ortaklıktır. Neymiş eğitim giderlerini zaten patron karşılıyormuş. Kırtasiye bol miktarda alınıyormuş. Devletin koyduğu bir kuralı patronlar kendi kafalarına göre düzeltebilme hakkına sahipler sanki! Belki haklıdırlar, devleti yönetenler onlar kadar iyi bilemeyebilirler. Aslında yönetici de patron da yaptıklarının bir hak gaspı olduğunu bilmektedirler. (Öğretmen, devletin ona hak gördüğü bu parayla gidip gömlek alabilir, ayakkabı alabilir ya da başka bir ihtiyacını giderebilir. İlle de ders aracı gereci almak zorunda değildir...) Bu yazdıklarım elbette tüm özel okullar için geçerli değildir. Kurumsallaşmış okulları bir yana koymak gerekir. Ancak sözünü ettiğim okulların sayısının az olmadığı gerçeğini kabul etmeliyiz.

Eğitimin kalitesini belirleyen öncelikle öğretmenlerdir. Öğretmenin donanımlı olması, sonra iyi koşullarda çalışması gerekir. Mustafa Kemal Atatürk, “Öğretmenler yeni nesil sizin eseri olacaktır.” sözüyle yarınlarımıza ışık tutmuştur. Özel okul sahipleri Atatürk’ün izinden gittiklerini öğretmenlere verdikleri değerle göstermeliler her şeyden önce...

Öğretmenin verimliliğini artırmak, özlük haklarını güvenceye almak için çok basit önerilerim var: 1- Özel okullardaki öğretmenlere sendikal haklar verilmelidir. 2- Özel okullar, başta öğretmenlerin özlük hakları olmak üzere çok iyi denetlenmelidir. 3- Ücretlere, öğretmenlik mesleğine yakışır bir standart getirilmelidir. Örneğin, devlet öğretmeninin en düşük maaşından daha aşağı ücretle öğretmen çalıştırılamaz denebilir...

Kırk yıllık öğretmenliğimin yirmi yıla yakın süresinde özel öğretim kurumu işletmeciliği yaptım. Arkadaşlarımla birlikte her yıl 1500 - 2000 arası öğrenciye eğitim verdik. Daima “Önce eğitim...” dedik. Parasal kaygımız hiç olmadı, çünkü iyi eğitim, iyi de para kazandırıyordu. Çalışanlarımızın özlük haklarını sonuna kadar gözettik...

Sözün kısası eğitimciliğin keyfini çıkardık...

Genç meslektaşlarıma sevgiyle…


                     23.02.2017 / Kdz. Ereğli