KAR GÜNEŞİ
Gece yarısı aniden bastıran kar, aralıksız yağmaya
devam ediyordu. Duracağa da benzemiyordu. Kar kalınlığı şimdiden yarım metreyi
geçmişti. Bir zamanlar bu bölgenin en büyük köylerinden biri olan Yavuzköy
bembeyaz kar örtüsünün altında kaybolmuştu adeta. Burayı görenler bilir, bu
bölgenin güzelliği dillere destandır. İrili ufaklı onlarca dağ tepe ve onları
çevreleyen yüksek sıradağlar; dağların eteklerine kurulu köyler ve en güzeli de
bu köyleri koynuna almış ormanlar…
Yavuzköy eğimli bir arazi üzerindeydi. Köyün sırtlarından
başlayan eğim Değirmenler’de son buluyor, oradan tekrar tatlı bir yükseltiyle
Düzenli’ye doğru kıvrılıyordu. Düzenli Köyünden öteye hiçbir şey görünmüyordu. Yılın
on ayında beyazlarla kaplı sıradağlar kara teslim olmuştu şimdi. Hani derler ya
‘Göz gözü görmüyor!’ tıpkı öyleydi. Doğadaki tek hareket, tek kıpırtı havada
oradan oraya savrulan iri kar taneleriydi.
Ardahan’dan gelip Şavşat’a inen Artvin-Kars illerinin bağlantısını
sağlayan yolun kenarında, armut ağacının altındaki durakta, iki yaşlı yolcu
Ardahan’dan gelecek servisi bekliyordu. Tahtadan yapılmış durağın tek sağlam
yeri oturağıydı. Yanları ve üstü açıktı. Alışkanlıkla gelip bu eski durağa
sığınmışlardı. On dakikadır araç bekliyorlardı, ne bir gelen ne de bir giden vardı.
Köyün ilçe merkeziyle ulaşımını sağlayan minibüsler kar nedeniyle bugün
çalışmıyordu. Mecburen Ardahan’dan gelecek sabah servisine kalmışlardı.
Topçigil Mahallesindeki evlerinden buraya inmeleri de hiç kolay olmamıştı. Her
zaman kullandıkları patika yolu izlemişlerdi sözde. Önde Topuz Dede, arkada Bulunmaz
Nene, düşe kalka, bata çıka bayır aşağı yuvarlanırcasına inmişlerdi yola.
İkisinin de sesi çıkmıyordu. Moralleri bozulmuştu. Oysa Bulunmaz Nene sabah
ezanıyla kalkmış, önce namazını kılmış sonra da çayı demlemişti. Hiç aceleleri
yoktu, nasılsa minibüs gelip evlerinin önünden alacaktı onları.
Minibüslerin değil Merkez’e inmeleri, evlerin önünden
çıkmaları bile mümkün değildi. Minibüsçü arayıp haber verince yürüyerek şoseye kadar
inmeye karar vermişlerdi. Topuz Dede’ye kalsa evden dışarı adımını atmazdı. Ama
Bulunmaz Nene, “Daha önce bizi kapımızdan minibüs mü alıyordu herif? Ne çabuk
bey oldun?” diyerek kestirip atmıştı. Kimse onu yolundan çeviremezdi. Trabzon’a
hastaneye gideceklerdi. İkisinin de gözlerinden şikayeti vardı. Son zamanlarda
Bulunmaz Nene’nin ağrıları artınca Trabzon’da bir hastanede hizmetli olarak
çalışan yeğenleri onlara doktordan randevu ayarlamıştı. Bulunmaz Nene yeğeniyle
pazarlık etmişti; “Üç gün kalabiliriz, üçüncü günden sonra beni orada
tutamazsınız,” demişti telefonda. Yeğeni de “Üç gün bile sürmez!” diyerek Bulunmaz
Nene’yi rahatlatmıştı. Ahırda iki ineği ve danaları vardı. Komşuları bakacaktı
onlara. Bu karda kıyamette komşularına fazla yük olmak istemiyordu.
Topuz Dede yan gözle eşine baktı. Yaşlı kadın soluk
soluğaydı. Paltosu belden aşağı kara bulanmıştı. Belki şimdi vazgeçer umuduyla
bir kez daha denedi şansını:
“Kız! Hiç iyi etmedik yola çıkmakla. On dakikadır ne
gelen var, ne giden; yollar kapalı herhalde!”
“Bu işin artık geriye dönüşü yoktur herif, boşuna konuşma!”
“Kız Bulo, bir gün de beni dinlesen, inadından vazgeçsen…”
Topuz Dede mırıldanırcasına söylendiğinden Bulunmaz Nene duymadı onu.
Topuz Dede yolda bir ileri bir geri yürüyordu. Arada
bir duruyor karları tekmeliyor, bastonuyla önünü açıyordu. Canı çok sıkkındı. Bulunmaz
Nene küçük sırt çantasını önüne almış, duraktaki oturağa ilişmişti. Başına
sardığı şalı beyaza bürünmüştü. Arada bir başını kaldırıp altmış yıllık
kocasına bakmasa canlı olduğu bile anlaşılmazdı.
Topuz Dede yıllarca emniyette bekçi olarak çalışmıştı.
Seksenli yılların ortalarında emekliye ayrılmıştı. Memuriyetinin son yılları
sıkıntılı geçmişti. O yıllarda ülke sağcılar solcular diye ikiye bölünmüştü.
Oğulları solcuydu. Bu nedenle o da 12 Eylül cuntasından payına düşeni almıştı!
Oysa darbe haberini aldığında çok sevinmişti. Çocuklarının başına bir iş
gelmeden kardeş kavgasına son verilecekti. Geceleri yastığa başını huzur içinde
koyacağını umut ediyordu. “Çok şükür birinin bile burnu kanamadan anarşiden kurtulduk,”
diyordu. Ama hiçbir şey düşündüğü gibi olmamıştı. Yedi oğlundan üçü gözaltına
alınmıştı. Buna da sevinmişti. Dışarıdayken hayati tehlikeleri vardı. En azından
içerideyken çocuklarının yaşadıklarını bilecekti… Yanıldığını, asıl felaketin
sonradan geleceğini çok geçmeden öğrenecekti. Artvin bölgesinden gözaltına
alınanlar Erzurum’a götürülüyordu. Bunların içinde oğlu Özer de vardı. Oğlunun
çektiği işkenceleri, eziyetleri öğrendiğinde uzun süre kendini toparlayamamıştı.
O da emniyet teşkilatının bir mensubuydu. Çocuklarına onca eziyeti nasıl reva
görürlerdi? Cevaplayamadığı o kadar çok soru vardı ki! Soruşturma geçirmiş,
sorguya alınmıştı. Köydeki evinin örgüt parasıyla yapıldığı ihbar edilmişti.
Evi nasıl yaptırdığını ondan daha iyi kim bilebilirdi? Dişinden tırnağından,
çocuklarının rızıklarından artırdıkları vardı o evde… Hızlı adımlarla karısının
yanına geldi.
“Yıllar önce de böyle bir gün yaşamıştık Bulo,
hatırlıyor musun? O zamanda inadın tutmuş, kar kış demeden Erzurum’a gitmiştik…”
“He! Hatırlıyorum. O yolları kaç kış, tek başıma,
nasıl gidip geldiğimi en iyi ben bilirim!” Bulunmaz Nene’nin sesi sitemkardı.
“Çalışıyordum, sıkıyönetim vardı, zırt pırt izin
alamazdım ya!”
Bulunmaz Nene yanıt vermedi, git işine dercesine elini
salladı. Durup dururken neden o yılları hatırlatmıştı sanki! Neredeyse her hafta
Erzurum’a gidip gelmişti. Artvin Erzurum arası az yol değildi. O zamanlarda
şimdiki kadar araç da yoktu. Bir güne bir gün “Of!” dememişti ama. Göğsünü gere
gere, hiç kimseden çekinmeden, korkmadan oğlunun arkasında durmuştu. Oğlunu
sahipsiz bırakacak değildi ya… Çocuğunun duruşmalarını da kaçırmamıştı. Diğer
tutukluların yakınlarıyla, avukatlarla, görevlilerle her fırsatta konuşup
davanın gidişiyle ilgili bilgiler almıştı. Merak ettiği sadece hukuksal
gelişmeler değildi, gençlerin amaçlarını, ne istediklerini de öğrenmişti.
Siyasete merakı o günlerden kalmaydı. Seksen yaşını devirmiş olmasına karşın
bir gün bile haberleri sektirmezdi, gündemi takip ederdi. Siyasetten laf açıldığında
yaşlılıktan bükülmüş belini doğrultur, anında canlanırdı. Karşısındakiyle kırk
yıllık siyasetçi gibi tartışırdı. Hak veriyordu çocuklarına. Hak vermemek
mümkün müydü? Her şey ortadaydı. Al Yavuzköy’ü; bir zamanlar dört yüz haneli
bir köydü burası. Dağları bayırları eker biçerlerdi. Harman zamanı ambarlar
buğdayla dolar, mereklerde mısır koçanlarını koyacak yer kalmazdı. Sadece
bunlar değildi tabii. Toprakları bereketliydi. Şimdi o verimli toprakları
yabani otlar, dikenler basmıştı. Köydeki hane sayısı kırk küsurlara düşmüştü...
“Yazık!” dedi seslice. Kocası, eşinin ona bir şey
dediğini sandı.
“Ne diyorsun?”
“Hiç!”
“Hiç iyi etmedik Bulo. Ya yollar kapanırsa, ya
günlerce Trabzon’da kalırsak? Bu karda nasıl bakarlar hayvanlara? Zavallılar aç
kalacak, üzülmez misin? Tavuklar acından kırılırlar…”
Bulunmaz Nene soruları yanıtlamadan öylece önüne bakıyordu.
“Durup dururken neden insanın içine kurt düşürürsün herif?” Konuşsa, kaygısını
dillendirse kocası daha da üzerine gelecekti; biliyordu. Karısının sessiz kaldığını
gören Topuz Dede umutlanmıştı.
“Yok, araba maraba gelmeyecek kız!”
“Gelir, gelir…” Bulunmaz Nene’nin geri adım atmaya hiç niyeti
yoktu. Canı da sıkılmıyor değildi hani. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Kar
tipiyle karışık yağıyordu artık. “Mübareğin duracağı yok,” dedi içinden. Güneş
azıcık görünseydi keşke. Çocukluğunun kışlarında karın kalınlığı bazen iki üç
metreyi bulurdu. Günlerce evde kapalı kalırlardı. Kar yağışı durduktan sonra
çıkan güneş köye yeniden canlılık getirirdi. Kendini sokağa atar, komşu
çocuklarıyla birlikte kızak kaymaya sırtlara koşarlardı. “Kar güneşi güzel olurdu…
En çok da karın pul pul ışıldamasını severdi…” Çocukluğunun anılarına yolculuğu
kısa sürdü; yukarıdan gelen ışık huzmesini görmesiyle ayağa kalktı. “Aha da
geliyor!” dedi sevinçle.
Gelen, arazi araçları dedikleri cinsten kocaman bir
pikaptı. Çift kabinliydi. Çok kalın ve iri tekerlekleri vardı. Gelip tam
önlerinde durdu. Arabadan kırklı yaşlarında bir adam indi.
“Selamun aleyküm amca!”
“Aleyküm selam!”
Arabayı çalışır durumda bırakan şoför de inip
yanlarına geldi.
“Amca buralarda bir tesis yok mu? İhtiyaç giderecek!”
“Yok!” Selamsız sabahsız yanlarına gelen otuzlu
yaşlardaki bu adamın hal ve tavırları Topuz Dede’nin hoşuna gitmedi. “Bu
adamdan hiç hazzetmedim,” dedi içinden. “Yıllarca emniyette çalıştım, ben adam
sarrafıyım, bir bakışta içini okurum adamın,” derdi. “Pahalı bir arabayı altına
çekmekle bir şey olduğunu sanıyor. İnsansan önce selam ver…” Kendi kendine
mırıldanıyordu.
“İyi o zaman, gidelim Osman, Şavşat’a az kaldı. Orada
buluruz bir yer,” diyerek arkadaşını çekiştirdi selamsız sabahsız adam.
“Amca araba bekliyorsanız boşuna beklemeyin. Yollar kapalı.
Sen bize bakma. Bizim araç tank gibi maşallah.” Konuşan Osman’dı. Osman’ı sevmişti
Topuz Dede. Bu arada diğer adam ellerini ovuşturarak, arabaya dönüp
direksiyonun başına geçti. “Ulan burada deden yaşında bir adam var, bir
eyvallah bile mi diyemiyorsun!” Diyemedi ama, düşündüklerini seslendiremedi
Topuz Dede.
“Hadi Osman!”
Arabanın onları almadan gideceğini anlayan Bulunmaz Nene
kocasının yanına geldi.
“Herif, söyle de bizi de alsınlar.”
“Kalın sağlıcakla amca!”
Aceleyle Osman da arabaya bindi.
Topuz Dede, istemeye istemeye arabanın kapısına kadar
gidip camı tıkladı. Cam açıldı, önde oturan iki adam ne var dercesine Topuz
Dede’ye bakıyordu.
“Ne var amca?”
“Merkez’e kadar bizi de alsanız diyordum.”
“Yerimiz yok amca!” Şoförün sesi öfkeliydi.
Topuz Dede başıyla arka kabini göstererek;
“Burası var ya,” dedi. Bir yandan da içinden eşine
söyleniyordu. “Bu adamlarla beni muhatap ettin ya Bulo!”
O sırada arka kabinin camı aşağı indi. Bir kadın başı
uzandı.
“Ne o dede, kucağıma mı oturacaksın yoksa?”
Topuz Dede şaşkınlıkla birkaç adım geri çekildi.
“Voy herif, bu kadın ne diyor? Kızım ne kucağı?” Bulunmaz
Nene sinirlenmişti. Topuz Dede reddedilmenin öfkesiyle cama yaklaştı. Bahane
uydurmayın boşuna dercesine bir kez daha şansını denedi. Kadın o şekilde
konuşmasaydı, üstüne para verselerdi de binmezdi arabaya; ama şimdi vazgeçmeye
hiç niyeti yoktu. “Topçigil inadı” tutmuştu bir kere.
“Öyleyse arkaya, kasaya binelim.”
Kadın başını içeri çekip şoförün kulağına bir şeyler
fısıldadı.
“Tamam, öyleyse geçin arkaya.”
Topuz Dede sevinçle duraktaki çantasını alıp geldi.
“Hadi Bulo, arkadan atla!”
Bulunmaz Nene tam kamyonetin ardına geçtiği anda araç
bir iki metre ileri gitti. Sonra zınk diye durdu. Yaşlı kadın ikinci kez hamle
yaptı, tam arabaya tutunmuştu ki araç hızla patinaj yaparak hareket etti. Elleri
boşta kalan Bulunmaz Nene kar ve egzos dumanı içinde yüzükoyun yola savruldu. Neye
uğradığını anlayamamıştı. Kamyonet biraz ileride birkaç saniye durduktan sonra kahkaha
ve klakson sesleriyle yoluna devam etti. Topuz Dede karısını yerden kaldırırken
sinirden titriyordu. Bir yandan da bağırıyordu.
“Ulan ben sizin avradınızı… Allah’ınızdan bulun
belanızı! Soysuzlar!..”
“Herif, beddua etme, onlar da ana baba evladı, belki
evde bekleyen bebeleri vardır.”
“Beddua mı ettim şimdi ben kız? Allah’tan bulun
dedim.”
Bulunmaz Nene yerden doğrulup üstünü başını silkeledi.
Çantasını koluna taktı.
“Hadi düş yola!” dedi hırsla.
“Ne yolu kız?”
“Beklemeyelim, inelim Değirmenler’e, belki Düzenli tarafından
bir araç gelir.”
“Sen delirdin mi? Baksana havaya, kar bir saniye bile
durmadı. Üstelik tipi de başladı.”
“Sen kal, ben gidiyorum!”
Hızlı adımlarla yoldan karşıya geçti.
“Dur kız, dur! Ben önden gideyim bari. Yolu açayım…”
Ardahan’dan gelen yol, büyük bir yay çizerek birkaç
dönemeçle aşağı Değirmenler’e iniyordu. Oradan sonra yol hafif eğimli olmasına
karşın Şavşat’a kadar düzgündü. Onlar yolu izlemek yerine, kestirmeden
iniyorlardı. En az yarım saat kazanacaklardı. Yine de aşağı inmeleri yirmi
dakikayı bulmuştu. Yolda durup durup söyleniyordu Topuz Dede.
“Buranın insanları değillerdi, bura insanlarından
böyle soysuzlar çıkmaz. Gözünü seveyim memleketimin!”
“Yabancıydılar. Genç oğlanla kızın hallerinden
belliydi…”
Değirmenler’e indiklerinde adım atacak halleri kalmamıştı.
“Kız Bulo, az soluklanalım.”
“Beş dakika durup devam ederiz Merkez’e. Şuracıkta
yarım saatlik yolumuz kaldı. Yürürüz, yolda araba rastlarsa bineriz.”
“Kız, seksen beş yaşındayım, sen beni ne sanıyorsun? Öyle
dediğin gibi kolay değil.”
“Ben de seksen yaşındayım, ne olacak?”
“Tamam, tamam…”
Topuz Dede yolun kenarındaki yamaca sırtını vererek karlara
uzandı. Ağzından burnundan buhar fışkırıyordu. İçinden söylenip duruyordu. En
çok da az önceki kamyonetin yolcularına. Genç olsaydı gösterirdi onlara
günlerini… Birden gözü otuz kırk metre ileride bir çukurdan yükselen dumana
takıldı. Hemen ayağa kalktı.
“Kız Bulo, orada bir şey var; bir araba, ters yatmış…”
Karları yara yara ters yatmış arabanın yanına kadar
geldi. Az önceki kamyonetti. Dönüp karısına bağırdı.
“Bulunmaz yetiş, yardım et…”
*
İki yaşlı insanın olağanüstü gayretiyle üç yaralı da
arabadan çıkarılmıştı. Kadının durumu ağıra benziyordu, baygındı. Erkeklerde
kırıklar vardı. Bazen hırıltıyla bazen iniltiyle yardım diliyorlardı. Topuz
Dede yorgunluktan kıpırdayamaz durumdaydı. Üç koca bedeni taşımak hiç kolay
olmamıştı. Bulunmaz Nene arabanın içinde bulduğu çul çaputla yaralıları sarıp
sarmalamıştı. En çok kadına üzülüyordu,
dayanamamış atkısını çıkarıp kadının başına dolamıştı. Topuz Dede jandarmayı
arayıp haber vermişti. Telefonla konuşmalarının üzerinden yarım saat geçmesine
karşı hâlâ gelen giden yoktu. Yaralıları bu durumda bırakıp Merkez’e de
gidemiyorlardı.
“Bizim yolculuk yattı Bulo, bugün artık gidemeyiz. Ben
su içinde kaldım. Üstümü başımı değiştirmeden, yıkanıp paklanmadan yola çıkamam.”
“Elbette gidemeyiz, bunları böyle bırakacak değiliz ya…
Üzülüyorduk bizi almadıklarına, demek ki Rabbbimin bir bildiği varmış!”
“Doğru diyorsun, biz de savrulup uçardık.”
“Yok, kurban olduğum Yaradan onlara yardım etmemizi istedi…”
“O da doğru kız!”
“Canları çok yanıyor zavallıların. Yardım tez gelse bari.”
“Köye de dönemeyiz. Hava düzelene kadar Şavşat’ta kalırız.
Hem ne zamandan beri ablama uğramamıştım…” Topuz Dede’nin doksan yaşındaki
ablası Şavşat merkezde yaşıyordu. Sıcacık bir evde, sobaya karşı bacaklarını
uzatıp ablasıyla edeceği sohbetin hayali bile canlanmasına yetmişti.
“Durumları nasıl Bulo?”
“Jandarma gelene kadar sabiler donacak diye korkuyorum
herif. Ne yapsak ki?” Bir yandan da paltosunu çıkarıyordu. “Herif sen de çıkar!
Bunlar yattıkları yerde soğuktan buz kesecekler.”
*
Topuz Dede ayakta, titreyen bacaklarıyla aşağı yukarı
huzursuzca yürürken Bulunmaz Nene yaralıların başucunda oturuyordu. Kar da tipi
de durmuştu. Yavuzköy tarafından yükselen güneşin ışınları Düzenli’ye düşmeye
başlamıştı. Bulunmaz Nene oturduğu yerden doğrulup “Kar güneşi de göründü. Bu
iyiye işaret!” diye seslendi kocasına…
Yirmi dakika
sonra gelebildi yardım. Önde bir jandarma cipi, arkada küçük bir minibüs göründüğünde
ikisi birden bağırmaya başladı.
“Buradayız! Burada!”
“Kar güneşi iyidir… İyi…”
(Sabahattin Ali’nin Köpek adlı hikayesinden
esinlenilerek yazılmıştır. 16 Mart 2019/Kdz.Ereğli)