HER ŞEYİN BAŞI SEVGİ
Altı yıl aradan sonra Bodrum’da özel bir okulda yeniden
öğretmenliğe dönmüştüm. Okulun ilk günlerinde biraz tedirgindim. Okulun
başındaki özel nitelemesinin etkisi
fazlaydı bu tedirginliğimde. Yanıldığımı anlamam için bir aylık bir süre yetmişti.
Çocuk her yerde çocuktu, yeter ki siz anlayışlı, hoşgörülü olun. Haa, bir de
sabır gerekiyor, güler yüz gerekiyor... Kısacası sevgi gerekliydi. Hani derler
ya “Her şeyin başı sağlık!” diye, ben buna sevgiyi de ekliyorum: Her şeyin başı
sevgidir… Yukarıda saydıklarıma mesleki
tecrübeyi de eklerseniz gerisi kendiliğinden geliyor.
Öğrencilerimi hep sevdim, onlar da beni sevdiler,
biliyorum. Çalışma hayatımdan emekliliğime kalan bundan daha büyük ödül
olabilir mi? Bununla hep gurur duydum. Her zaman, övünçle “İyi ki öğretmen
olmuşum,” dedim ve diyorum…
Bodrum’daki mesleki yaşamım iki yıl sürdü. Okuldan ayrılmadan
önce beşinci sınıf öğrencilerime söz verdim, onlardan esinlendiğim öyküler
yazacaktım. Sözümü tutmaktan büyük keyif alıyorum, çünkü yazarken ben de
onlarla birlikte yaşıyorum öyküleri. Karakterleri yaratırken öyküde adı geçen
öğrencilerimin özelliklerini, davranış ve tutumlarını yansıtmaya özen gösteriyorum.
Onlardan beklentilerimi satır aralarına sıkıştırmayı da unutmadan…
*
Dördüncü sınıfların matematik öğretmenleri bendim.
Ders programları on yıl önceye göre çok farklıydı. Konular azaltılmış ve
basitleştirilmişti. Daha ilk günden karar vermiştim, eski ve yeni programı
harmanlayıp birlikte uygulayacaktım. Öyle de yaptım, çocuklar kısa sürede bana
uyum sağladılar. Yeni bir sınıfa girdiğimde ilk işim öğrencilerimi tanımak ve
onların adlarını ezberlemektir. Dördüncü sınıflarda iki Zeynep vardı. Belki bu
nedenle belki de ikisinin de matematiğe özel yetenekli olmaları nedeniyle
adlarını çabucak ezberledim. Bu öykünün kahramanı Zeynep, adaşı okula bir yıl
erken başladığından yaşça daha büyüktü.
Zeynep’i ilk fark edişim sorduğu bir soruyla oldu.
Kırk yıllık bir matematik öğretmeni, kırkıncı yılında o güne değin duymadığı
bir soruyla karşılaşınca elbette şaşıracaktı. Zeynep, bir problemin çözümünde
takılmıştı. Daha doğrusu çözüm yoluna itiraz ediyordu. Tam tersinden sorular
soruyordu. Sınıftaki diğer arkadaşları da ona yardım etmeye çalışıyorlardı. O
hepsinden farklı düşünüyordu. Haklıydı da. Gerekçesini yinelerken “Ne yapayım,
ben böyle düşünüyorum,” dercesine bakması çok hoştu. Alabildiğine sakindi.
Yerinden kalkmadan sesini yükseltmeden “Ama öğretmenim…” diyerek savlarını
sıralıyordu. Zeynep’i böyle keşfettim…
Üçüncü ayımızda Zeynep’in, diş doktoru olan annesi
okul çıkışında yanıma geldi. “Hocam, Zeynep’e ne yaptınız? Kendini aştı,
tutamıyoruz onu…” Fatma Hanım, konuşurken heyecanlıydı. Mutluluğu yüzüne
vuruyordu. Ben bir şey yapmamıştım ki! Normal dersimi işlemiştim. Kırk yıldır
bildiğim, izlediğim yöntemlerimi kullanmıştım. Deneyimlerimden çıkardığım bir sonuç
vardı: Ergenlikten önce kız çocukları matematik dersinde erkeklerin gerisinde
kalıyordu. Sayısal ortalamaya vurduğumuzda bu hep böyleydi. Tabii ki bu
genellemenin dışında kalan çok zeki kız öğrencilerim hep olmuştur. Zeynep de
bunlardan biriydi. Ben onun gelişimine ivme kazandırmış, var olan potansiyelini
erkenden ortaya çıkarmıştım.
Çocukların eğitiminde en kritik aşama ergenliğe geçiş
yıllarıdır. Bu evredeki çocuklara özen gösterilmelidir. Bireylerin yetenekleri
yavaş yavaş netleşmeye başlar. Eğitimcinin en önemli görevlerinden biri de
çocuğun sahip olduğu en baskın yeteneği bulup ortaya çıkarmaktır. Çoklu zeka
mutlaka dikkate alınmalıdır…
Güzel geçirilen bir yılın ardından öğrencilerimizi
mezun etmiştik. Beşinci sınıfta da Zeyneplerin matematik dersine ben girecektim.
Öğrencilerimi çok sevmiştim. Birbirimize sevgiyle bağlanmıştık. Bir yıl daha
onlarla olacağım için seviniyordum. Ne yazık ki bazı öğrencilerimiz başka
okullara geçtiler. Zeynep de ayrılanlar arasındaydı. Özel nedenlerden dolayı iki
arkadaşıyla birlikte Bodrum’daki başka bir özel okulu tercih etmişlerdi.
Onca yılın öğretmeni olsam da okullar açıldığında
giden öğrencilerimin eksikliğine üzüldüm. Gözlerim hep onları aradı… Ne yalan
söyleyeyim insan beklentiye giriyor, ben olsam gelip öğretmenimi ziyaret
ederdim. Sanki yakınmalarımı Zeynep duymuştu, bir öğlen arası annesiyle
birlikte beni ziyarete geldiler. Onu gördüğümde arkadaşlarıyla yumak
halindeydiler. Özlem gideriyorlardı. Beni görünce onları bırakıp bana koştu.
Daha ben kendimi toparlayamadan boynuma sarıldı. O an dünyanın en mutlu, en
gururlu insanı bendim.
Ayaküstü konuştuk. Yeni okulunu anlattı. Ben de merak
ediyordum, okula uyum sorunu çekmiş miydi? Diğer iki arkadaşının durumu
nasıldı? Aynı sınıfta mıydılar?
“Öğretmenim, üçümüz de farklı sınıflara düştük.
Sıkıntı yaşamadık. Ege, okulun satranç takımına girdi, kızlarda okulu o temsil
ediyor. Bartu da basket antrenmanlarına başladı. Hemen kendilerini sevdirdiler.”
“E, ben hep söylerdim size, mutlaka bir hobi edinin
diye. İnsanlarla kaynaşmanın en kolay yoludur…” Ege’yi satranca devam etmesi
için özellikle teşvik etmiştim. Bartu ise sporun her dalına meraklıydı. Annesi,
boyunun uzamasına faydası olur diyerek dördüncü sınıfta baskete yazdırmıştı onu.
Maçlardaki hırsı görülmeye değerdi.
Kendisinden de söz etmesini söyleyince gülümseyerek anlattı.
“Sizden aldığım temel bana fazlasıyla yetti,
öğretmenim. Matematikte kendimi gösterdim…”
Öğlen arası bitmek üzereydi, onun da okuluna dönmesi gerekiyordu.
Bir kez daha sarmaş dolaş olup ayrıldık.
Uzun bir süre Zeynep’i göremedim. Beş ay sonraydı, annesi
diş kliniğini Konacık’a taşımıştı. Fatma Hanım, kliniğin açılışına beni de
davet etmişti. Açılışta bulunamadım. Üzüldüm tabii. Gitseydim mutlaka Zeynep’i
de görürdüm. Kliniğe açılıştan iki hafta sonra gidebildim ancak. Şansıma Zeynep
de oradaydı. Yine aynı coşkuyla kucaklaştık. Boyu uzamış tam bir genç kız olmuştu;
ama gözlerindeki o masumca ışıltı aynen duruyordu. Hal hatır sormama kalmadan o,
başından geçen bir olayı heyecanla anlatmaya başladı. Zeynep, çok konuşkan bir
kız değildi. İlk kez onu böyle konuşurken görüyordum:
Bir hafta önce annesiyle akşamüzeri arabalarıyla
evlerine gidiyorlarmış. Trafik sıkışıkmış. Bir kırmızı ışıkta durmuşlar.
Önlerinde iki araba varmış, biri sarı yanarken devam etmiş diğeri durmuş.
Işıktan kurtulmak isteyen aracın önüne bir köpek fırlamış. Sürücü köpeği
kurtarmaya çalışmış, ama tamponun sağından köpeğe çarpmış. Çarpmasıyla köpek
kaldırıma doğru savrulmuş. Tüm bunlar onların gözü önünde olmuş. Köpeğe çarpan
araç hızla uzaklaşmış oradan. Köpeğin yolda kanlar içinde yatışı ve inlemeleri
dayanılacak gibi değilmiş. Yeşil ışık yanınca Zeynep annesinden durmasını
istemiş. Önlerindeki araç köpeğin yanından yavaşlayarak geçince annesi kararsız
kalmış. Zeynep “Lütfen anne!” diye ısrar edince dörtlüleri yakıp arabayı kenara
çekmiş Fatma Hanım. Tanıdık bir veterinere telefon etmişler. Veteriner gelene
değin köpeğin başında beklemişler. On dakika sonra veteriner gelip yaralı köpeği
götürmüş…
Zeynep anlatırken o anı yaşıyordu adeta. Gözleri
sulanmıştı. Sesi ağlamaklı olunca sustu.
“Köpek kurtuldu mu?” diye sordum kaygıyla. Zeynep’in
davranışlarından köpeğin öldüğünü düşündüm.
“Evet kurtuldu, öğretmenim. Bülent Amca’nın kliniği
oraya yakındı, hemen geldi. Zaten çok iyi veterinerdir Bülent Amca. Köpeğin
bakımını en iyi şekilde yaptı.”
“Aferin, benim kızıma!” dedim gururla. “Senden de
böyle bir davranış beklerdim.”
“Hocam, kurtarmakla yetinse neyse, köpeği eve getirdi.
Bahçede bakıyor.”
“Bülent Amca her akşam gelip kontrol ediyor.”
Klinikte bizden başka yaşlıca iki kişi daha vardı.
Onlar da Zeynep’i överek kutladılar:
“Çok iyi etmişsiniz kızım, yapılan iyilikler
karşılıksız kalmaz.”
Yaşlı adamın bu sözü üzerine olayın devamını da Fatma
Hanım anlattı:
“Bülent Bey köpeği alıp götürdükten sonra biz de evin
yolunu tuttuk. Ortakent’e doğru inerken birden trafik durdu. İleride bir kaza
olmuş, dört beş araç birbirine girmişti. Trafik polisleri kontrollü bir şekilde
trafiğin akışını sağlıyorlardı. Kaza yapan araçların yanından geçerken Zeynep
fark etti. ‘Anne bak, kırmızı ışıkta önümüzde duran araç!’ diyerek yan yatmış
aracı gösterdi. O anki duygumu ifade edemem. Elim ayağım boşaldı, ellerimle direksiyonu
zor tutuyordum. Eğer durmayıp yolumuza devam etseydik biz de kazanın ortasında
kalacaktık. Dedikleri gibi, verilmiş sadakamız varmış…”
“Ben demedim mi iyiliğinizin karşılığını görürsünüz, diye…”
Adamın kendinden emin bu sözlerine Zeynep’in verdiği yanıt çok güzeldi.
“Ben karşılık beklediğim için iyilik yapmadım, içimden
geldi!”
Başta yaşlı karı koca olmak üzere hepimiz susmuş Zeynep’e
bakıyorduk. Tam Zeynep’e göre sözlerdi. Ben ondan böyle çıkışları çok duymuştum.
“Olsun, iyi etmişsiniz. Ne derler, iyilik et denize
at…”
“Ben o anda bunları düşünmedim!”
Zeynep’i tanıyordum, aklı yatmamışsa doğru bildiğinden
asla vazgeçmezdi. Onun üzülmesine izin veremezdim. Konuyu değiştirdim. Benim
tecrübelerimle tespit ettiğim, ergenlikten önce kızlarla erkeklerin matematik
yeteneklerindeki eşitsizliğin nedenlerini Louann Brizendine’nin Kadın Beyni adlı
kitabından öğrenmiştim. Zeynep’in matematikteki başarısını anlatırken sözü bu
kitaba getirdim: “Ünlü bir profesörün Kadın Beyni adlı kitabında okudum,
ergenlikten önce kızların matematik ve bilime karşı yetenekleri erkeklere göre
daha azmış. Kızlar ve erkekler ergenlik yaşlarına bastıklarında matematik ve
bilim alanlarındaki kapasitelerindeki farklılıklar da ortadan kalkıyormuş...”
Konunun değişmesiyle klinikteki gergin hava da
dağıldı. Öteden beriden konuşurken söz döndü dolaştı laik eğitime geldi…
08.02.2020 / Kdz.Ereğli