ÜÇ İMZALI RESİM
Üç arkadaş hafta sonunu iple çekmişlerdi. Daha
pazartesi gününden kararlaştırmışlardı, cumartesi öğleden sonra Irmaklarda
buluşacaklardı. Planladıkları gibi saat on dörtte Öykü ile Defne, Irmakların evindeydiler.
Onlar daha gelmeden Irmak’ın annesi mutfak masasını yiyeceklerle donatmıştı. Üç
arkadaş masanın başına geçtiklerinde Seda Hanım da birinci sınıfa giden oğlunu
alıp evden çıktı. Beşinci sınıf öğrencisi üç kafadar arkadaş kurabiyelerini,
pastalarını yerken koyu bir sohbete dalmışlardı. Çocukluktan gençliğe adımın
atıldığı bu yaşlardaki sohbetlerin tadı da bir başkaydı hani…
Öykü, Irmak ve Defne beşinci sınıfa gidiyorlardı. Sınıflarının
üç ayrılmaz arkadaşıydılar. Yemekhanede, bahçede ya da spor salonunda; hiç fark
etmezdi, hep bir aradaydılar. İlkokula başladıkları
ilk günden beri bu böyleydi. Şanslarına ortaokula geçtiklerinde de aynı sınıfa
düşmüşlerdi.
Üç arkadaşın en belirgin ortak yanları ne diye
sorulduğunda verilecek tek yanıt vardı: sanat aşkı. Daha doğrusu resim… Aslında,
Irmak ve Öykü’nün tutkusuydu resim. Defne onların hatırına resimle
ilgileniyordu. Becerebildiği pek söylenemezdi. Zaten kendi de bunun farkındaydı.
Onun amacı arkadaşlarından ayrı kalmamaktı.
Öykü, kara kalem çalışmayı seviyordu. Okulda ders aralarında,
hatta bazen derste bile resim çizerdi. Daha çok çizgi roman tarzındaydı
çalışmaları. İdeali ileride iyi bir çizgi romancı olmaktı. Bir de defilelerde
boy gösteren modelleri çizmekten zevk alıyordu. Kendine özgü bir model tarzı
geliştirmişti. Onlarca model resminin arasında onunkiler hemen ayırt edilirdi.
Model kızların çoğu onun gibi gözlüklü ve uzun saçlıydı. Çizimlerinde o denli
ustalaşmıştı ki bazen model kızların sevimli yüz hatlarını arkadaşları ona benzetirlerdi:
Sessiz, sakin ve naifti. Bugüne değin onun biriyle tartıştığını gören
olmamıştır… Öykü’nün bu özellikleri bir bakıma üç arkadaşın ortak özelliği idi… Bana
arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, atasözü sanki onlar için
söylenmişti… Öykü, ünlü ressamlardan Pablo
Picasso’ya hayrandı…
Irmak, resim sevgisini annesinden almıştı. Annesinin
desteğiyle suluboya ve yağlı boya resme yönelmişti. O da okuldayken Öykü gibi
defterlerinin kenarlarını, boş yerlerini resimlerle dolduruyordu. Karikatür
denemeleri vardı. Karikatürlerindeki kızların saçları kendininkiler gibi
kabarık ve kıvırcıktı. Böyle yaparak çizgilerle kendini betimlemeye çalışıyordu.
Benzetmekte hiç zorlanmıyordu; incecik bir kızın kafasına kıvırcık saçları kondurması
yetiyordu. Okul çıkışında ve hafta sonlarında annesinin resim atölyesine gider,
saatlerce oradan çıkmazdı. “Resimle uğraşmak beni çok mutlu ediyor” derdi sık sık.
Şimdiden geleceğin başarılı sanatçısı olmaya adaydı… Odasının duvarları Salvodar Dali’nin eserleriyle doluydu…
Defne’nin tercihi hep manzara resimleriydi, doğa resmi
yapmak kolayına geliyordu. Bebekliğinden beri ağaç, dağ, güneş ve bulut
resimleri yapıyordu. İnsan resmi çizerken zorlanırdı. Öykü’nün çizgi romanlarının
hareketli çocukları, onun resimlerinde heykele dönüşüyordu. Üzülüyordu. Bazen
ağlamaklı olur, hırslanırdı. Böyle zamanlarda Öykü ya da Irmak ona yardım ederdi.
“Üzülme, bak, kolunu şöyle, bacağını böyle yaptık mı tamamdır…” diyerek resmi
birlikte bitirirlerdi… Sen hangi sanatçıyı çok seviyorsun diye sorduklarında Vincent van Gogh diyordu…
Bugün guvaj boya çalışmaları yapacaklardı. Karınlarını
doyurup kocaman bir masaya dizilmişlerdi. Otuza kırk santim boyutlarında beyaz
resim kağıtları önlerinde, kendilerinden geçmişlerdi. Irmak ve Öykü bir
defilede podyuma çıkmış rengarenk giysiler içindeki kadınlı erkekli modeller
üzerinde çalışıyorlardı.
Defne her zamanki gibi doğa resminde karar kılmıştı. Suyun
önemini anlatmak için şöyle bir resim tasarlamıştı: Hava yağmurluydu.
Gökyüzünde birkaç küçücük bulutun yanından güneş yeryüzüne gülümsüyordu. Kağıdın
sağ üst köşesinde üç kuş kanat çırpıyordu. Üç kuş, üç arkadaşı simgeleyecekti. Dümdüz
ovada yer yer küçücük göletler oluşmuştu. Göletlerin her birine güneşin
yansıması düşmüştü. Ayçiçeğine benzeyen güneşler suda ışıl ışıldı. Üç kız
arkadaşın kucakları topladıkları güneş çiçeklerle doluydu, üçü de çok mutluydu… Böyle güzel bir resme isim de
konmalıydı: Yaz Yağmuru...
Büyülü bir an yaşıyorlardı: O anda, üç arkadaşın güzel
enerjileri yayılıyordu odaya; sohbet vardı, emek vardı ve sanatın yaratıcı gücü
vardı... Sadece resim yapmıyorlardı, kendilerini yeniden var ediyorlardı…
Öykü ve Irmak resimlerini bitirip Defne’yi izlemeye
başladılar. Onların bakışları altında fazla devam edemedi Defne, boyaları
bırakıp arkasına yaslandı.
“Yok, ben bitiremeyeceğim. Zor konu seçtim. Bulutlar,
güneş neyse de çocukları yapamıyorum,” dedi yorgun bir sesle.
Irmak ve Öykü aynı anda “Hayır!” diye bağırınca üçü birden
gülmeye başladılar.
“Gerçekten güzel oluyor, devam et.”
“Öykü doğru söylüyor Defne, pes etmek yok!”
Defne bir süre daha uğraştıktan sonra bu kez ağlamaklı
sesle “Yapamıyorum işte!” diyerek yerinden kalkıp odanın içinde hırsla birkaç
adım attı. “Bana yardım eder misiniz? Bitirelim, ne olur…”
Üç arkadaş birlikte çok güzel iş çıkardılar. Resim tam
Defne’nin tasarladığı gibi olmuştu. Üçü de çok beğenmişti. Renklerin uyumu da
şahaneydi. Yağmurlu ama aydınlık bir doğa ve yaşamın kaynağı güneşin ve suyun
çizgilerle betimlenişi mükemmeldi. Resmin sağ alt köşesine ismini yazarken Defne’nin
mutluluğu gözlerinden okunuyordu…
*
Aradan bir ay geçmişti. Bodrum genelinde “Küresel Isınma”
konulu kompozisyon ve resim yarışması düzenlendiği duyurulmuştu öğrencilere.
Okul, her iki daldan birer katılımcıyla temsil edilecekti. On günlük süre
verilmişti. İsteyenler hem kompozisyon hem de resim dalında yarışmaya katılabileceklerdi.
Tabii bizim üç kafadar hemen çalışmalara başlamıştı.
On gün dolmadan resimler ve yazılar, dosyalar içinde ilgili
öğretmene teslim edildi. Diğer çocuklar Hale Öğretmenin atölyesine sırayla
girip resimlerini teslim etmişlerdi. Üç arkadaş ise birlikte vermekte bir
sakınca görmemişti. Birbirlerinden saklayacak bir şeyleri yoktu ki, onlar çok
iyi arkadaştılar. Hale Öğretmen üçünün de resmini çok beğendi.
Hale Öğretmenin atölyesinden çıktıklarında Irmak’la
Öykü öylece birbirlerine bakakaldılar. Şaşkındılar. Gözleriyle görmeseler inanamazlardı.
Defne, üçünün birlikte yaptıkları resimle yarışmaya katılıyordu. Defne’ye bir
şey diyemediler. Onunla göz göze gelmemek için başka şeylerle ilgileniyor
göründüler. Suskunlukları derste de devam etti. Ders zili çaldığında iki arkadaş
teneffüse çıkmadılar. Baş başa verip durum değerlendirmesi yaptılar.
“Hale Öğretmene söyleyelim mi?”
“Bilmem…”
“Önce Defne’yle mi konuşsak yoksa?”
“Ne diyeceğiz ona?”
“Söyleriz, resmi üçümüz birlikte yaptık, deriz.”
“Defne üzülür… Yok, ben söyleyemem, arkadaşlığımız bozulur…”
“Haklısın. Kendini kötü hisseder. Başkasının resmiyle
yarışmaya katılmanın kopya çekmekten bir farkı yok…”
Sınıfta onlardan başka bir arkadaşları daha vardı; Ayşegül.
İstemeyerek onlara kulak misafiri olmuştu. Her şeyi duymuştu. İki arkadaş
olayın heyecanıyla seslerini yükselttiklerinin farkında bile değillerdi.
Ayşegül’ün onları duyabileceğini hiç düşünmemişlerdi. Ayşegül sırasından kalkıp
yanlarına geldi.
“Kim başkasının resmiyle yarışmaya katılıyor?” diye sorunca
ikisinin de yüzü sarardı.
“Yanlış anladın…”
“Biz kendi resimlerimizi konuşuyorduk…”
Benzer sözlerle Ayşegül’ün merakını gidermeye
çalıştılar. Yardımlarına ders zili yetişince rahatladılar. Sorunu şimdilik
geçiştirmişlerdi.
“Oh be kurtulduk!” dedi Irmak, derin bir nefes alarak.
“Evet…”
*
Hafta boyunca, yalnız kaldıkça aralarında tartışıp
durdular. Bir türlü karar veremiyorlardı. Bir yanda arkadaşları Defne, diğer yanda
sanatçı kişiliklerinin onay vermediği durum: emeğe saygı, dürüstlük, doğruluk…
Neler konuşmadılar ki? Evdeki büyüklerine de açamıyorlardı konuyu. Günler hızla
geçiyordu. Cuma günü bayrak töreninde kazanacak kişiler açıklanacaktı. O güne
değin mutlaka soruna çözüm bulmaları gerekiyordu. Törende, tüm okulun önünde
kazanan kişi duyurulduğunda Defne’yi nasıl kutlayacaklardı?
“Belki kazanamaz?”
“Çok güzel yapmıştık.”
“Üçümüz birlikte yapmıştık.”
“Ama düşünce ona aitti…”
“Doğru ya, eser onun sayılır.”
“Çocukları sen çizdin.”
“Suların içindeki ayçiçeklerine benzeyen güneşleri de
sen canlandırdın…”
“Küçücük dokunuşlardı…”
Bu konuşmaların sonu gelecek gibi değildi. Cuma günü tüm
okul salonda toplandığında yarışmaya katılan öğrencilerin kalpleri heyecanla
çarpıyordu. Irmak ve Öykü’de ise heyecanın yanı sıra kaygı ve üzüntü de
vardı. Bayrak töreninden önce Hale
Öğretmen kazananları açıklayınca büyük bir sürprizle karşılaştılar. Resim
dalında kazanan altıncı sınıflardan bir öğrenciydi. Kompozisyon dalında ise birincilik
Defne’nindi. İki arkadaş kulaklarına inanamıyordu.
“Sevgili öğrenciler, üç arkadaşınızın birlikte yaptığı
bir resim daha var. Yönetmelik gereği tek kişinin yaptığı resim okulumuzu
temsil edeceğinden Irmak, Öykü ve Defne’nin yaptığı resim değerlendirmeye
alınmadı. Ama o resmi de ödüle değer bulduk. Arkadaşlarınızın resmini çerçeveletip
okulumuzun en görünür yerine asacağız. Ayrıca sanat dergilerine de göndereceğiz…
Arkadaşlarınızı kutluyorum…” Hale Öğretmen konuşmasını bitirdiğinde salon
alkışlarla inliyordu…
*
Ayşegül dayanamayıp her şeyi Hale Öğretmene
anlatmıştı:
“Öğretmenim size bir şey söylemek istiyorum, ama çok
özel…”
“Seni dinliyorum Ayşegül…”
“Öğretmenim davranışımın doğruluğundan emin değilim,
sanki arkadaşımı şikayet ediyormuşum…” Ayşegül konuşurken birden sustu. Pişman
olmuştu. “Öğretmenim yapamayacağım, en iyisi siz Irmak’la Öykü’den öğrenin.”
“Ne soracağım onlara? Diyelim sordum, yine
anlayacaklar kimden öğrendiğimi.”
Daha fazla uzatmadan duyduklarını bir bir anlattı
Ayşegül.
“Öğretmenim ne olur benim adımı vermeyin onlara!”
“Bak Ayşegül, inan sen en doğrusunu yaptın. Kimse üzülmeden,
kırılmadan olayı tatlıya bağlarsak, bu senin sayende olacaktır. İçini ferah tut…
Öykü ile Irmak’a hiçbir şey demeyeceğim, onlar bilmeyecekler. Ben Defne’yle
konuşacağım, anlayışla karşılayacaktır…”
Hale Öğretmen aynı günün öğlen arasında Defne’yle
yarım saate yakın konuştu. Görüşme Hale Öğretmenin beklediğinden daha olumlu
geçmişti. Defne, olayı yetişkin bir insanın olgunluğuyla karşılamıştı.
“Öğretmenim ben o resimle katılmanın yanlış olduğunu
hiç düşünmedim. Resmin konusu tamamen bana aitti, yapılmasına yardım etti
arkadaşlarım.”
“Sanat özneldir Defne. Yani kişiye özeldir. Sanatsal
eser, yaratıcısının özünü yansıtır. Yansıtmalıdır da. Sanatçının duyguları,
düşünceleri resimde şekil bulur…”
“Tamam da öğretmenim bulduğum konuyu onlar gibi resimle
canlandıramıyorum…” Sesi titreyince susup başını önüne eğdi Defne. Gözleri
doldu, ağlamaklıydı. “Arkadaşlarımı çok seviyorum, onları üzmek istemem…”
“Her bireyin kendine özgü yeteneği vardır, onlar
resimde daha yetenekli olabilirler. Belki senin de başka bir sanata yeteneğin
vardır.”
“Onlar benim arkadaşım, onlardan ayrı kalamam. Onun
için resim yapmak istiyorum. Çok çalışınca başarabileceğimi söylüyorlar.”
“Elbette onlardan ayrı kalma, ama…” Hale Öğretmen heyecanla
koltuğundan kalkıp Defne’nin yanına geldi. “Resmin konusunu sen düşünmüşsün.
Konu gerçekten özgün, böylesine güzel düşünce üretebilmek de yetenek ister.
Aklıma ne geldi biliyor musun?”
Defne umutla gözlerini Hale Öğretmene çevirdi. Kısık
sesle “Ne?” diye sordu.
“Bu resimde anlatmak istediklerini öyküleştirebilirsin
örneğin. Yazmayı hiç denedin mi?”
“Arada sırada yazıyorum öğretmenim… Ama… Yazım çok
çirkindir… Biliyorsunuz, hâlâ bazı harfleri ters yazıyorum…”
“Olsun, okunabiliyorsa sorun yok demektir. Akşama eve
gidince oturup yaz, aklına ne geliyorsa, dilediğin şekilde yazabilirsin. Duygularını
aktarmaya çalış… Yarına yetiştirebilirsen komisyonda değerlendirmeye
alabiliriz. Yaptığın resme Irmak’la Öykü’nün adını da koyacağım, ama yarışma
dışı kalacak.”
“Üç imzalı resim olur mu öğretmenim?”
“Olmaz mı? Hem üç imzalı resim giriş koridorunda herkesin
ilgisini çekecektir.”
“Asacak mısınız? Gerçekten mi?” Defne sevinçle
yerinden kalkıp Hale Öğretmene sarıldı.
“Sonuçlar açıklanana kadar kimseye söylemeyeceksin!
Aramızda sır!”
“Tamam, öğretmenim…”
Defne aynı günün gecesinde arkadaşlarıyla ortaklaşa yaptıkları
resmi ve resmin hikayesini yazdı…
08.10.2019/
Kdz.Ereğli