12 Ekim 2019 Cumartesi


ÜÇ İMZALI RESİM

 

Üç arkadaş hafta sonunu iple çekmişlerdi. Daha pazartesi gününden kararlaştırmışlardı, cumartesi öğleden sonra Irmaklarda buluşacaklardı. Planladıkları gibi saat on dörtte Öykü ile Defne, Irmakların evindeydiler. Onlar daha gelmeden Irmak’ın annesi mutfak masasını yiyeceklerle donatmıştı. Üç arkadaş masanın başına geçtiklerinde Seda Hanım da birinci sınıfa giden oğlunu alıp evden çıktı. Beşinci sınıf öğrencisi üç kafadar arkadaş kurabiyelerini, pastalarını yerken koyu bir sohbete dalmışlardı. Çocukluktan gençliğe adımın atıldığı bu yaşlardaki sohbetlerin tadı da bir başkaydı hani…  

Öykü, Irmak ve Defne beşinci sınıfa gidiyorlardı. Sınıflarının üç ayrılmaz arkadaşıydılar. Yemekhanede, bahçede ya da spor salonunda; hiç fark etmezdi, hep bir aradaydılar.  İlkokula başladıkları ilk günden beri bu böyleydi. Şanslarına ortaokula geçtiklerinde de aynı sınıfa düşmüşlerdi.

Üç arkadaşın en belirgin ortak yanları ne diye sorulduğunda verilecek tek yanıt vardı: sanat aşkı. Daha doğrusu resim… Aslında, Irmak ve Öykü’nün tutkusuydu resim. Defne onların hatırına resimle ilgileniyordu. Becerebildiği pek söylenemezdi. Zaten kendi de bunun farkındaydı. Onun amacı arkadaşlarından ayrı kalmamaktı.

Öykü, kara kalem çalışmayı seviyordu. Okulda ders aralarında, hatta bazen derste bile resim çizerdi. Daha çok çizgi roman tarzındaydı çalışmaları. İdeali ileride iyi bir çizgi romancı olmaktı. Bir de defilelerde boy gösteren modelleri çizmekten zevk alıyordu. Kendine özgü bir model tarzı geliştirmişti. Onlarca model resminin arasında onunkiler hemen ayırt edilirdi. Model kızların çoğu onun gibi gözlüklü ve uzun saçlıydı. Çizimlerinde o denli ustalaşmıştı ki bazen model kızların sevimli yüz hatlarını arkadaşları ona benzetirlerdi: Sessiz, sakin ve naifti. Bugüne değin onun biriyle tartıştığını gören olmamıştır… Öykü’nün bu özellikleri bir bakıma üç arkadaşın ortak özelliği idi…  Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, atasözü sanki onlar için söylenmişti… Öykü, ünlü ressamlardan Pablo Picasso’ya hayrandı…

Irmak, resim sevgisini annesinden almıştı. Annesinin desteğiyle suluboya ve yağlı boya resme yönelmişti. O da okuldayken Öykü gibi defterlerinin kenarlarını, boş yerlerini resimlerle dolduruyordu. Karikatür denemeleri vardı. Karikatürlerindeki kızların saçları kendininkiler gibi kabarık ve kıvırcıktı. Böyle yaparak çizgilerle kendini betimlemeye çalışıyordu. Benzetmekte hiç zorlanmıyordu; incecik bir kızın kafasına kıvırcık saçları kondurması yetiyordu. Okul çıkışında ve hafta sonlarında annesinin resim atölyesine gider, saatlerce oradan çıkmazdı. “Resimle uğraşmak beni çok mutlu ediyor” derdi sık sık. Şimdiden geleceğin başarılı sanatçısı olmaya adaydı… Odasının duvarları Salvodar Dali’nin eserleriyle doluydu…

Defne’nin tercihi hep manzara resimleriydi, doğa resmi yapmak kolayına geliyordu. Bebekliğinden beri ağaç, dağ, güneş ve bulut resimleri yapıyordu. İnsan resmi çizerken zorlanırdı. Öykü’nün çizgi romanlarının hareketli çocukları, onun resimlerinde heykele dönüşüyordu. Üzülüyordu. Bazen ağlamaklı olur, hırslanırdı. Böyle zamanlarda Öykü ya da Irmak ona yardım ederdi. “Üzülme, bak, kolunu şöyle, bacağını böyle yaptık mı tamamdır…” diyerek resmi birlikte bitirirlerdi… Sen hangi sanatçıyı çok seviyorsun diye sorduklarında Vincent van Gogh diyordu…

Bugün guvaj boya çalışmaları yapacaklardı. Karınlarını doyurup kocaman bir masaya dizilmişlerdi. Otuza kırk santim boyutlarında beyaz resim kağıtları önlerinde, kendilerinden geçmişlerdi. Irmak ve Öykü bir defilede podyuma çıkmış rengarenk giysiler içindeki kadınlı erkekli modeller üzerinde çalışıyorlardı.

Defne her zamanki gibi doğa resminde karar kılmıştı. Suyun önemini anlatmak için şöyle bir resim tasarlamıştı: Hava yağmurluydu. Gökyüzünde birkaç küçücük bulutun yanından güneş yeryüzüne gülümsüyordu. Kağıdın sağ üst köşesinde üç kuş kanat çırpıyordu. Üç kuş, üç arkadaşı simgeleyecekti. Dümdüz ovada yer yer küçücük göletler oluşmuştu. Göletlerin her birine güneşin yansıması düşmüştü. Ayçiçeğine benzeyen güneşler suda ışıl ışıldı. Üç kız arkadaşın kucakları topladıkları güneş çiçeklerle doluydu, üçü de çok mutluydu… Böyle güzel bir resme isim de konmalıydı: Yaz Yağmuru...

Büyülü bir an yaşıyorlardı: O anda, üç arkadaşın güzel enerjileri yayılıyordu odaya; sohbet vardı, emek vardı ve sanatın yaratıcı gücü vardı... Sadece resim yapmıyorlardı, kendilerini yeniden var ediyorlardı…   

Öykü ve Irmak resimlerini bitirip Defne’yi izlemeye başladılar. Onların bakışları altında fazla devam edemedi Defne, boyaları bırakıp arkasına yaslandı.

“Yok, ben bitiremeyeceğim. Zor konu seçtim. Bulutlar, güneş neyse de çocukları yapamıyorum,” dedi yorgun bir sesle.

Irmak ve Öykü aynı anda “Hayır!” diye bağırınca üçü birden gülmeye başladılar.

“Gerçekten güzel oluyor, devam et.”

“Öykü doğru söylüyor Defne, pes etmek yok!”

Defne bir süre daha uğraştıktan sonra bu kez ağlamaklı sesle “Yapamıyorum işte!” diyerek yerinden kalkıp odanın içinde hırsla birkaç adım attı. “Bana yardım eder misiniz? Bitirelim, ne olur…”

Üç arkadaş birlikte çok güzel iş çıkardılar. Resim tam Defne’nin tasarladığı gibi olmuştu. Üçü de çok beğenmişti. Renklerin uyumu da şahaneydi. Yağmurlu ama aydınlık bir doğa ve yaşamın kaynağı güneşin ve suyun çizgilerle betimlenişi mükemmeldi. Resmin sağ alt köşesine ismini yazarken Defne’nin mutluluğu gözlerinden okunuyordu…

*

Aradan bir ay geçmişti. Bodrum genelinde “Küresel Isınma” konulu kompozisyon ve resim yarışması düzenlendiği duyurulmuştu öğrencilere. Okul, her iki daldan birer katılımcıyla temsil edilecekti. On günlük süre verilmişti. İsteyenler hem kompozisyon hem de resim dalında yarışmaya katılabileceklerdi. Tabii bizim üç kafadar hemen çalışmalara başlamıştı.

On gün dolmadan resimler ve yazılar, dosyalar içinde ilgili öğretmene teslim edildi. Diğer çocuklar Hale Öğretmenin atölyesine sırayla girip resimlerini teslim etmişlerdi. Üç arkadaş ise birlikte vermekte bir sakınca görmemişti. Birbirlerinden saklayacak bir şeyleri yoktu ki, onlar çok iyi arkadaştılar. Hale Öğretmen üçünün de resmini çok beğendi.

Hale Öğretmenin atölyesinden çıktıklarında Irmak’la Öykü öylece birbirlerine bakakaldılar. Şaşkındılar. Gözleriyle görmeseler inanamazlardı. Defne, üçünün birlikte yaptıkları resimle yarışmaya katılıyordu. Defne’ye bir şey diyemediler. Onunla göz göze gelmemek için başka şeylerle ilgileniyor göründüler. Suskunlukları derste de devam etti. Ders zili çaldığında iki arkadaş teneffüse çıkmadılar. Baş başa verip durum değerlendirmesi yaptılar.

“Hale Öğretmene söyleyelim mi?”

“Bilmem…”

“Önce Defne’yle mi konuşsak yoksa?”

“Ne diyeceğiz ona?”

“Söyleriz, resmi üçümüz birlikte yaptık, deriz.”

“Defne üzülür… Yok, ben söyleyemem, arkadaşlığımız bozulur…”

“Haklısın. Kendini kötü hisseder. Başkasının resmiyle yarışmaya katılmanın kopya çekmekten bir farkı yok…”

Sınıfta onlardan başka bir arkadaşları daha vardı; Ayşegül. İstemeyerek onlara kulak misafiri olmuştu. Her şeyi duymuştu. İki arkadaş olayın heyecanıyla seslerini yükselttiklerinin farkında bile değillerdi. Ayşegül’ün onları duyabileceğini hiç düşünmemişlerdi. Ayşegül sırasından kalkıp yanlarına geldi.

“Kim başkasının resmiyle yarışmaya katılıyor?” diye sorunca ikisinin de yüzü sarardı.

“Yanlış anladın…”

“Biz kendi resimlerimizi konuşuyorduk…”

Benzer sözlerle Ayşegül’ün merakını gidermeye çalıştılar. Yardımlarına ders zili yetişince rahatladılar. Sorunu şimdilik geçiştirmişlerdi.

“Oh be kurtulduk!” dedi Irmak, derin bir nefes alarak.

“Evet…”

*

Hafta boyunca, yalnız kaldıkça aralarında tartışıp durdular. Bir türlü karar veremiyorlardı. Bir yanda arkadaşları Defne, diğer yanda sanatçı kişiliklerinin onay vermediği durum: emeğe saygı, dürüstlük, doğruluk… Neler konuşmadılar ki? Evdeki büyüklerine de açamıyorlardı konuyu. Günler hızla geçiyordu. Cuma günü bayrak töreninde kazanacak kişiler açıklanacaktı. O güne değin mutlaka soruna çözüm bulmaları gerekiyordu. Törende, tüm okulun önünde kazanan kişi duyurulduğunda Defne’yi nasıl kutlayacaklardı?

“Belki kazanamaz?”

“Çok güzel yapmıştık.”

“Üçümüz birlikte yapmıştık.”

“Ama düşünce ona aitti…”

“Doğru ya, eser onun sayılır.”

“Çocukları sen çizdin.”

“Suların içindeki ayçiçeklerine benzeyen güneşleri de sen canlandırdın…”

“Küçücük dokunuşlardı…”

Bu konuşmaların sonu gelecek gibi değildi. Cuma günü tüm okul salonda toplandığında yarışmaya katılan öğrencilerin kalpleri heyecanla çarpıyordu. Irmak ve Öykü’de ise heyecanın yanı sıra kaygı ve üzüntü de vardı.  Bayrak töreninden önce Hale Öğretmen kazananları açıklayınca büyük bir sürprizle karşılaştılar. Resim dalında kazanan altıncı sınıflardan bir öğrenciydi. Kompozisyon dalında ise birincilik Defne’nindi. İki arkadaş kulaklarına inanamıyordu.

“Sevgili öğrenciler, üç arkadaşınızın birlikte yaptığı bir resim daha var. Yönetmelik gereği tek kişinin yaptığı resim okulumuzu temsil edeceğinden Irmak, Öykü ve Defne’nin yaptığı resim değerlendirmeye alınmadı. Ama o resmi de ödüle değer bulduk. Arkadaşlarınızın resmini çerçeveletip okulumuzun en görünür yerine asacağız. Ayrıca sanat dergilerine de göndereceğiz… Arkadaşlarınızı kutluyorum…” Hale Öğretmen konuşmasını bitirdiğinde salon alkışlarla inliyordu…

*

Ayşegül dayanamayıp her şeyi Hale Öğretmene anlatmıştı:

“Öğretmenim size bir şey söylemek istiyorum, ama çok özel…”

“Seni dinliyorum Ayşegül…”

“Öğretmenim davranışımın doğruluğundan emin değilim, sanki arkadaşımı şikayet ediyormuşum…” Ayşegül konuşurken birden sustu. Pişman olmuştu. “Öğretmenim yapamayacağım, en iyisi siz Irmak’la Öykü’den öğrenin.”

“Ne soracağım onlara? Diyelim sordum, yine anlayacaklar kimden öğrendiğimi.”

Daha fazla uzatmadan duyduklarını bir bir anlattı Ayşegül.

“Öğretmenim ne olur benim adımı vermeyin onlara!”

“Bak Ayşegül, inan sen en doğrusunu yaptın. Kimse üzülmeden, kırılmadan olayı tatlıya bağlarsak, bu senin sayende olacaktır. İçini ferah tut… Öykü ile Irmak’a hiçbir şey demeyeceğim, onlar bilmeyecekler. Ben Defne’yle konuşacağım, anlayışla karşılayacaktır…”

Hale Öğretmen aynı günün öğlen arasında Defne’yle yarım saate yakın konuştu. Görüşme Hale Öğretmenin beklediğinden daha olumlu geçmişti. Defne, olayı yetişkin bir insanın olgunluğuyla karşılamıştı.

“Öğretmenim ben o resimle katılmanın yanlış olduğunu hiç düşünmedim. Resmin konusu tamamen bana aitti, yapılmasına yardım etti arkadaşlarım.”

“Sanat özneldir Defne. Yani kişiye özeldir. Sanatsal eser, yaratıcısının özünü yansıtır. Yansıtmalıdır da. Sanatçının duyguları, düşünceleri resimde şekil bulur…”

“Tamam da öğretmenim bulduğum konuyu onlar gibi resimle canlandıramıyorum…” Sesi titreyince susup başını önüne eğdi Defne. Gözleri doldu, ağlamaklıydı. “Arkadaşlarımı çok seviyorum, onları üzmek istemem…”

“Her bireyin kendine özgü yeteneği vardır, onlar resimde daha yetenekli olabilirler. Belki senin de başka bir sanata yeteneğin vardır.”

“Onlar benim arkadaşım, onlardan ayrı kalamam. Onun için resim yapmak istiyorum. Çok çalışınca başarabileceğimi söylüyorlar.”

“Elbette onlardan ayrı kalma, ama…” Hale Öğretmen heyecanla koltuğundan kalkıp Defne’nin yanına geldi. “Resmin konusunu sen düşünmüşsün. Konu gerçekten özgün, böylesine güzel düşünce üretebilmek de yetenek ister. Aklıma ne geldi biliyor musun?”

Defne umutla gözlerini Hale Öğretmene çevirdi. Kısık sesle “Ne?” diye sordu.

“Bu resimde anlatmak istediklerini öyküleştirebilirsin örneğin. Yazmayı hiç denedin mi?”

“Arada sırada yazıyorum öğretmenim… Ama… Yazım çok çirkindir… Biliyorsunuz, hâlâ bazı harfleri ters yazıyorum…”

“Olsun, okunabiliyorsa sorun yok demektir. Akşama eve gidince oturup yaz, aklına ne geliyorsa, dilediğin şekilde yazabilirsin. Duygularını aktarmaya çalış… Yarına yetiştirebilirsen komisyonda değerlendirmeye alabiliriz. Yaptığın resme Irmak’la Öykü’nün adını da koyacağım, ama yarışma dışı kalacak.”

“Üç imzalı resim olur mu öğretmenim?”

“Olmaz mı? Hem üç imzalı resim giriş koridorunda herkesin ilgisini çekecektir.”

“Asacak mısınız? Gerçekten mi?” Defne sevinçle yerinden kalkıp Hale Öğretmene sarıldı.

“Sonuçlar açıklanana kadar kimseye söylemeyeceksin! Aramızda sır!”

“Tamam, öğretmenim…”

Defne aynı günün gecesinde arkadaşlarıyla ortaklaşa yaptıkları resmi ve resmin hikayesini yazdı…

 08.10.2019/ Kdz.Ereğli