8 Ekim 2018 Pazartesi


MELİSA

Ortaokula başlıyordu. Heyecanlıydı. Yeni dersler, yeni öğretmenler, yeni arkadaşlar ve yepyeni bir dönem… Annesiyle okula gitmiş, sınıfını öğrenmişti. Sınıf arkadaşlarının çoğunu ilkokuldan tanıyordu. Onun asıl merak ettiği derslerine girecek öğretmenlerdi. Matematik öğretmenlerinin değişmediğini öğrenince çok sevindi. Çünkü onu çok seviyordu. Dördüncü sınıfta, daha ilk derste sevmişti öğretmenini. “Melisa bitkisinin çiçeği çok güzel kokar. En sevdiğim kokulardandır. İsmini hemen ezberledim…” Problemi çözmekle uğraşırken öğretmeni gelip bunları fısıldamıştı kulağına. Tabii çok mutlu olmuştu. Okullar açılıp dersler başladığında diğer öğretmenlerini de sevdi. Hepsi çok iyiydiler. Özellikle fen bilgisi öğretmenini sınıfça yere göğe konduramıyorlardı. Ortaokulda fen bilgisi konuları zordur diyerek gözünü korkutmuşlardı. Boşuna kaygılanmıştı. Öğretmeni sevince dersin kolaylaştığını yaşayarak öğrenmişti. Kısacası her şey yolunda gidiyordu. Ta ki hayatını derinden etkileyecek o olaya kadar…

Okullar açılalı bir ayı geçmişti.  İlk yazılılar başlamak üzereydi. Korktuğu ya da başarısız olduğu ders yoktu. Tek endişesi yelken antrenmanları yüzünden derslerinden geri kalmaktı. Üç yıldır yelken sporu yapıyordu. Denizi ve yelkeni çok seviyordu. Derslerini aksatmamak için arkadaşlarına göre daha fazla çaba göstermesi gerekiyordu. Asıl zorluğu yarışların yapıldığı zamanlar da çekiyordu. Yarışlar en az üç gün sürüyordu. Birkaç gün okula gidemiyordu.

Gelecek hafta yılın ilk yelken yarışları yapılacaktı. Yelken hocaları antrenman sayısını artırmıştı. Çalışmalar ağır gelmeye başlayınca annesi okul yönetimiyle konuşmuş izin almıştı. Bazı yazılılara giremeyecekti. Derslerden de geri kalacaktı. Diğerleri neyse de matematik derslerini kaçırdığına üzülüyordu. Oturup tek başına çalışılacak bir ders değildi matematik. Beşinci sınıfta konular zorlaşmıştı.

Matematik öğretmeni, onu derslerde göremediğinde üzülecekti. Biliyordu; gelmeyen bir öğrenci olduğunda morali bozulurdu öğretmeninin. Tam bir açmaz içindeydi, iki sevdiğinden birini ihmal etmesi gerekiyordu. Ya yelken ya da ders… Okulu bırakamayacağına göre spordan vazgeçecekti. Kaygısını öğretmeniyle paylaştı. “Hayır, yelkene devam edeceksin Melisa. Bırakılır mı spor? Eksik kaldığın yerleri birlikte tamamlarız, sen hiç endişe etme.” Sıkılmasa öğretmeninin boynuna sarılırdı. Çekingendi, huyu böyleydi, bu huyundan bir türlü kurtulamıyordu. “Senin bu özverili çalışmanı takdir ediyorum Melisa, gözümde daha da büyüyorsun…” Öğretmeninden duyduğu bu güzel sözler azmini, çalışma isteğini, kararlılığını daha da artırdı. Mahcubiyetle boynunu büktü, duyulur duyulmaz bir sesle teşekkür etti. O gün eve coşkuyla döndü…

İki saat üst üste matematik dersinin olduğu gün, dayanamamış, yelken hocasından izin alıp okula gitmişti. Yeni bir konu işleniyordu. Konunun başını kaçırdığından bazı yerleri anlamakta zorlanıyordu. Çözmeleri için öğretmenleri tahtaya bir problem yazmıştı. Arkadaşlarının çoğu soruyu hemen çözmüş, arkalarına dayanmış, bitiremeyenleri bekliyorlardı. O, defterinin üzerine abanmış uğraşıp duruyordu. Başını kaldırıp öğretmeninden tarafa bakmaya cesaret edemiyordu. Geciktikçe morali bozuluyordu. Birisi gelip dokunsa ağlayabilirdi, o derece daralmıştı. Başını kaldırdığında öğretmeniyle göz göze geldi. Hemen başını önüne eğdi. Gözleri sulandı, ha ağladı ha ağlayacaktı. Öğretmeni yanına geldi.

“Melisa, zorlanıyorsan bırak, bir kez daha anlatayım,” dedi.

Öğretmeni onun yapamadığını fark etmişti demek ki. Kendini kötü hissetti. Sıkıntıdan içi eziliyordu.  Yalvarır bir sesle;

“Lütfen öğretmenim, biraz daha bekleyin yapacağım,” dedi.

Öğretmeni, Melisa’nın nemlenmiş gözlerini görünce;

“Tamam, bekliyorum,” diyerek başka bir öğrencisinin yanına gitti.

Gözleri defterinde aklı öğretmenindeydi. Yan gözle sınıfa baktı. Öğretmeni bitirenlerin defterlerini kontrol ediyordu. Arkadaşlarının neşeli hallerinden soruyu doğru yanıtladıkları anlaşılıyordu. Problemi bir kez daha okudu. Nerede yanlış yaptığını görünce içinden bir oh çekti. Başaracağını bilmenin özgüveniyle soruyu hızla çözdü. Öğretmeni problemin çözümünü açıklamak üzere tahtanın başına geçtiğinde;

“Bitirdim öğretmenim!” dedi rahatlamış bir sesle. Arkadaşlarına bakarken gözlerinin içi gülüyordu.

Öğretmeni gelip çözümü kontrol etti. Gözleriyle öğretmeninin yüz mimiklerini takip ediyordu.

“Doğru mu öğretmenim?”

“Gidiş yolun doğru ama işlem hatası var…”

Defteri hemen önüne çekti.

“Of ya…” dedi. Ağlamaklıydı.

“Hiç önemli değil Melisa, ben doğru kabul ediyorum.”

Melisa, renkli gözlü, güzel yüzlü bir kızdı. Tek kusuru çabuk moralinin bozulmasıydı. Bir soruyu yapamadığında ya da bir konuyu anlayamadığında hemen suratını asar, boynunu bükerdi. Sessiz ve sakindi. Onunla konuşmak, sesini duymak için iyice yanına sokulmak gerekiyordu. Melisa, öğretmen masasının hemen önündeki sırada oturuyordu. Dersin bitimiyle sırasından kalkıp öğretmeninin yanına geldi. Ders defterini dolduran öğretmeninin işini bitirmesini bekledi. Öğretmeni defterden başını kaldırıp;

“Antrenmanların nasıl gidiyor Melisa?” diye sordu.

Soruyu her zamanki mahcup edasıyla yanıtladı.

“İyi öğretmenim, ama dersleri kaçırıyorum. Matematik yazılısının olduğu gün, öğleden sonra yarışmam var.”

“Çok iyi, sevindim!”

“Ama öğretmenim!”

“Öğleden sonra dersim yok, idareden izin alıp seni izlemeye gelebilirim, sevinmemin nedeni bu. Yarışta destekçiye ihtiyacın yok mu?”

“Teşekkür ederim, ama derslerden geri kalıyorum.”

“Dersleri kaçırman seni üzmesin. Söz veriyorum sana, akşam çıkışlarında eksiklerini tamamlayacağım. Kendini hazır hissettiğinde yapacağım sınavını.”

“Çok teşekkür ederim öğretmenim. Size söz veriyorum, madalya alacağım!”

“Bak Melisa, bu söyleyeceklerimi dikkate almanı istiyorum: Yarışlarda dereceye girmek önemlidir, ama ondan daha önemlisi spor yapmaktır. Kazanırsın ya da kaybedersin, benim gözümde senin değerin hep aynı kalacaktır.”

“Kazanmak istiyorum, sizin için…”

“Teşekkür ederim Melisa. Ben de canı gönülden seni destekliyorum. Yarış gününde yanındayım…”

“Çok iyi hazırlandım, beni zorlayacak sadece bir rakibim var; daha önce o beni geçmişti, şimdi sıra bende...”

“Melisa, matematiğin asıl amacı nedir bilir misin? Problemleri çözmek, konuları öğrenmek değildir. Formülleri ezberlemek ise hiç değildir. Düşünebilmeyi öğrenirsin matematik dersinde. Hayatta bir sorunla karşılaştığında nasıl davranman gerektiğini bilirsin. Sorgulamanın değerini öğrenirsin. Yarışta durumuna göre strateji ve taktik geliştirecek bakış açısına kavuşursun…”

Öğretmeni durup Melisa’nın yüzene baktı, anladın mı dercesine.

“Strateji ve taktiğin anlamını biliyorsun değil mi?”

“Biliyorum öğretmenim…”

“Şimdi gelelim sporun önemine. Beynimizin gelişimi için matematiğin yanı sıra spora da ihtiyaç duyarız. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur atasözünü atalarımız boşuna dememiş.  Anlayacağın ikisi de çok önemlidir…” Öğretmenin gözüne duvardaki saat ilişince telaşla ayağa kalktı. “Lafa dalınca teneffüsü unuttuk Melisa.”

“Önemli değil öğretmenim, nasılsa bir dahaki dersimiz de sizinle.”

“Yine de bir hava alalım. Senin gibi iyi dinleyen ve söyleneni anlayan bir öğrenciyi bulunca çenem açıldı…”

Gülerek, hızlı adımlarla sınıftan çıktı öğretmeni.

*

Melisa’nın yarışı saat on dörtte başlayacaktı. Yarışlar Turgutreis’te, Fener Burnu’nda yapılıyordu. Hava güneşliydi, yazdan kalma bir gün yaşanıyordu. Bu mevsimde güneşin yakıcılığı hissedilmezdi. Tatlı bir esinti vardı, havanın berraklığı doğaya ışıltılı bir canlılık veriyordu. Renkli yarış giysilerinin içinde çocuklar, gençler cıvıl cıvıldı. Yarışmacılar teknelerinin başında son hazırlıklarını yapıyorlardı. Melisa da onların arasındaydı. Teknesini hazırlamış bekliyordu. Arada bir dönüp kıyıya, annesine bakıyordu. Gözleriyle öğretmenini arıyordu. Denize açılmadan yetişebilseydi keşke öğretmeni. Hakem botları bir bir kıyıdan ayrılırken öğretmenini gördü. Başhakemden izin alıp öğretmenine koştu.

“Hoş geldiniz öğretmenim!”

“Ancak gelebildim Melisa. Gel, sana bir sarılayım…”

Kucaklaştığında giysilerinin ıslaklığı aklına geldi Melisa’nın.

“Öğretmenim, ıslattım sizi…”

“Hiç önemli değil, sen şimdi git, gecikme. Başarılar diliyorum.”

“Öğretmenim, sözümü tutacağım, göreceksiniz. Siz geldiniz ya…”

“Melisa’cım sonuç ne olursa olsun, sen benim için zaten birincisin.”

“Ben yine de madalya almak istiyorum...”

“Kendini kazanma hırsına kaptırma, anın tadını çıkar. Unutma, daha önce de söz etmiştim: En değerli madalyalarımız anılarımızdır…”

“Hadi bakalım, oyalanma, teknen seni bekliyor, bunları sonra konuşuruz,” diyerek araya Pınar Hanım girdi.  

“Annemin dürbünüyle beni izleyebilirsiniz öğretmenim. Yelken numaram 7179, lazerlerin içinde olacağım; 4,7…”

Melisa, annesine, öğretmenine el sallayıp teknesinin başına koştu. Coşkusu uzaktan bile anlaşılıyordu. En güzel yarışlarından birini çıkaracağına inanıyordu. Yelkenini hareket ettirip kıyıdan uzaklaşırken kalbi heyecanla atıyordu. Bu yarış öncekilerden çok farklı olacaktı, hissediyordu.  

Tüm tekneler yarış alanında toplanmışlardı. Denizin ortasındaydılar. Turgutreis, karşı kıyıdaki Kos adası gibi çok uzaklarında kalmıştı. Sahildeki insanlar küçücük görünüyordu. Yarım saattir çıkışın verilmesini bekliyorlardı. Hakemler rüzgârı gözetiyorlardı. Havanın en uygun anında start vereceklerdi. Bugün üç yarış yapılacaktı. Yarın ve yarından sonra da devam edecekti yarışlar. Zorlu üç günün sonunda alacağı madalyayı hayal ediyordu. Bir yandan da rakiplerini gözlüyordu. Onun grubu başlangıç çizgisinin ortasında konumlanmıştı. Küçükler onlardan biraz daha uzakta toplanmıştı. En büyükler ise sağda kalıyordu.

Kıyıya baktı, kalabalığın arasından annesiyle öğretmenini seçmeye çalıştı. Onları tanıması mümkün değildi, çok uzaktaydılar. Birden aklına geçen hafta öğretmeniyle yaptığı konuşma geldi. Öğretmenine “Benimle ilk konuştuğunuzda bana ne dediğinizi hatırlıyor musunuz öğretmenim?” diye sormuştu. Öğretmeni biraz düşündükten sonra anımsamadığını söylemişti. “Melisa bitkisini çok sevdiğinizi söylemiştiniz…” Tam o sırada yanlarına en iyi arkadaşlarından Melissa gelmiş “Benden mi söz ediyorsunuz?” diyerek sohbetlerine katılmıştı. “Sen iki ‘s’li Melissa’sın,” demişti öğretmeni. Gülüşmüşlerdi. Onun bir de böyle bir huyu vardı; olmadık zamanlarda olmadık şeyler düşünürdü...

Bekledikçe heyecanı ve stresi artıyordu. Diğer yarışçılar da ondan farklı değillerdi.  Önceki yarışmalarında stresten eli ayağı titrerdi. Kendini hazır hissettiğinden olsa gerek, bu sefer daha bir özgüvenliydi. Yelken hocası “Heyecanınız sizi korkutmasın, yarış başladığında heyecanınızın kalmayacağını göreceksiniz,” derdi sık sık. Ama onda heyecan hiç bitmezdi.

Sonunda yarış başladı. İyi bir çıkış yapmıştı. Öndeki yarışçıların arasında kendine yer bulabilmişti. İçinden, güzel bir başlangıç, dedi. Ne heyecan ne de stres kalmıştı. İlk kez kendini bu kadar rahat hissediyordu. Daha bir güvenle asıldı yelkene… Bodrum’un hiç bitmeyen esintisi sanki yarışçıları bekliyormuşçasına hızını artırmıştı. Rüzgâra karşı uygulanacak teknikleri çok iyi biliyordu. Onun için tramola yapmak çocuk oyuncağıydı. Kavança atıp şamandırayı dönünce rüzgârı arkasına alacak, zikzaklar çizecekti denizde. Kolaydı, çok kolay, bu sefer hedefine ulaşacak, yarışı birinci bitirecekti. Daha şimdiden üç yelkenli diğer rakiplerine fark atmıştı. Aralarında o da vardı. Rüzgâr hepsini zorluyordu. Yelken hocası, “Yönünü ve şiddetini hesaplayamazsanız yarıştaki en büyük rakibiniz rüzgârdır,” demişti. Bir önceki yarışın birincisi Eminesu hemen onun önündeydi. İkisi de birbirini kontrol ediyordu. Eminesu başka bir kulübün sporcusuydu, onunla ayrı okullarda okuyorlardı. Melisa’dan bir sınıf öndeydi, yelkene küçük yaşta başlamıştı. Başarılı bir yarışçıydı. Tecrübeliydi. Onun henüz derecesi yoktu, zaten yelkende yeni sayılırdı. Yelken hocası, Eminesu’yu gözünde büyütmemesini söylemişti. Hocam haklıymış, diye düşündü. Şimdi başabaştılar…

Yelkenli sporu göründüğünden daha zordu. Öncelikle güç ve sabır istiyordu. Bazen denizin ortasında, soğukta ya da güneşin yakıcı sıcağı altında saatlerce kalırlardı. Bugünkü yarışlar en erken üç saatte biterdi. Denizde bekledikleri süreyi de hesaba katınca dört saati bulurdu bu süre. Az değildi! Dayanıklılığın yanı sıra, hızlı karar verme becerisi de gerekiyordu. Karar verirken kimseden yardım alamazlardı. Hakemler bile onları çok uzaktan takip ederlerdi. Küçücük yaşta bu spora başlayanların hızlı düşünebilme yetileri en üst düzeye çıkardı.  

İlk dönüşe elli metre kala Melisa ile Eminesu diğerlerinden kopmuş, yalnız kalmışlardı. Büyük olasılıkla şamandırayı önce Eminesu dolanacaktı. Sorun değildi, nasılsa dönüşte rüzgârı arkasına alacaktı. Bir ara ikisi iyice yaklaştılar birbirlerine. Eminesu’nun yüzündeki ifadeyi görünce şaşırdı. Hiç iyi görünmüyordu. Çok zorlandığı belliydi. Şamandıraya vardıklarında Eminesu’nun teknesi yalpalayıp şamandıraya çarptı. Kurallar gereği Eminesu şamandıranın çevresinde bir tur daha atacaktı. Fazladan bir dönüş yapmak yarışçıların hiç istemedikleri bir durumdu. Bir yarışçı en öndeyken bir anda geri düşebilirdi. Eğer şamandırayı sorunsuz dönerse Eminesu’nun önüne geçecekti. Yelkene var gücüyle asıldı, dönüşü kusursuzdu. Yüreği sevinçle kabardı. Artık birinciliğinden emindi.

Rüzgârın etkisiyle denizden fışkıran su, yağmur gibi suratına vuruyordu. Havada uçuşan damlacıklar güneşin ışınlarıyla adeta dans ediyordu. Denize doğru yatmış, sırtı arada bir dalgalara değiyordu. Aşağıda lacivert deniz, yukarıda açık mavi gökyüzü; iki mavinin arasında Melisa… Sıkı sıkıya tuttuğu dümenle adeta bütünleşmişti. Suda kayıp giden teknenin ritmine kendini kaptırmıştı.

“Melisa, kendimi iyi hissetmiyorum. Kötüyüm!”

Eminesu ona sesleniyordu. Ne demek istediğini önce anlayamadı.

“Nasıl? Ne diyorsun?” diye bağırdı. Yelkenleri yan yanaydı.

“Başım dönüyor…”

Eminesu sözünü tamamlayamadan elinden dümeni bıraktı. Tepe üstü suya düştü. Rakibine hayret ve şaşkınlıkla bakıyordu. Bir ya da iki saniyelik bir bekleyişten sonra yelkeni bırakıp suya atladı. Dalgaları kulaçlarken ağlamaklıydı. O kısacık sürede aklından onlarca düşünce geçti. Annesi, öğretmeni, öğretmenine verdiği söz, babası, ablası Alara… Ablası ne derdi acaba? Arkadaşları... Ya Eminesu’ya bir şey olursa… Annesi, babası çok üzülürdü. Onun da ablası var mıydı? Neden düşmüştü? Bugün matematik yazılısına da girememişti... Eminesu’nun yanına vardığında nefes nefeseydi. Kızcağızın başını bir koluyla kavrayıp sudan çıkardı. Su yutmasını önledi. Arkadaşı baygındı. Arkadaşı… Eminesu’yla bir kere bile oturup konuşmuşlukları yoktu. “O benim arkadaşım!” dedi içinden.

Zaman durmuştu sanki. Beyni uğulduyordu. Durumunu, yapması gerekenleri düşünüyordu. Böyle daha ne kadar bekleyebilirdi? Ya hakemler fark etmemişlerse… Onlar en öndeydiler, mutlaka görmüşlerdir. Hakemler yarışçılara yüz metreden fazla yaklaşamazlardı. Kuraldı. Eminesu’nun nefes aldığını anlayınca sevinçle gözleri doldu. Hiç hareket etmiyordu ama. Oldukça da ağırdı. Ayaklarıyla denizden güç alıp Eminesu’yu diğer koluna geçirdi. Gücünün azaldığını hissedince boğazı düğümlendi. Bağırıp yardım istese, denizin ortasında sesini kime duyurabilirdi? İki botun hızla onlara doğru geldiğini görünce kendini sırt üstü suya bıraktı. Botlar aynı anda yanlarına yanaştı. İki kişi suya atladı. Eminesu’yu tuttukları gibi bota aldılar. Eminesu’yu taşıyan bot beklemeden, hızla oradan uzaklaştı. Sudaki hakemlerden biri bota çıkarken diğeri Melisa’nın yanına geldi.

“Melisa iyi misin? Yarışa devam edebilecek misin?”

Hakemin sorusunu önce yorumlayamadı. Çevresine bakındı, gözü teknesini aradı. Diğer yarışçıların çoğu şamandırayı dönmüş finişe doğru gidiyordu. Teknesi ondan on metre kadar ötedeydi. Ağlamaklı bir sesle hakemi yanıtladı.

“Hayır, kıyıya çıkacağım. Annem orada…”

“Hadi öyleyse, götürelim seni.”

“Teknem var!”

“Arkadaşlar alırlar.”

“Hayır, ben götürürüm.”

“Tamam, öyleyse. Seni teknene çıkaralım.”

Yelkenlileri geride bırakmış, kıyıya çevirmişti teknesinin yönünü. Ağlıyordu. Yorumlayamıyordu yaşananları. Her şey bir anda, göz açıp kapayana kadar, kısacık bir sürede yaşanmıştı. Doğru yaptığına inanıyordu, ama yarışı bıraktığı için de üzülüyordu. “Çok iyi hazırlanmıştım!” sözlerini tekrarlayarak iç çekiyordu. Bir yandan da kendine kızıyordu. Neden tutamıyordu gözyaşlarını? Annesi, öğretmeni, sahildeki insanlar ağladığını anlayacaklardı. Elinin tersiyle gözlerini siliyordu. Kıyıya varmasına az kalmıştı. Eminesu’yu taşıyan bot ondan önce kıyıya ulaşmıştı. Kumsal hareketliydi. Öteye beriye koşturanlar, bağıranlar; tam bir karmaşa yaşanıyordu karada. Eminesu’nun baygın hali gözünün önüne gelince iç çekişleri hıçkırığa dönüştü. Tekneyi durdurdu, rahatlayıncaya kadar ağladı…

Kıyıya çıktığında annesiyle öğretmeni onu karşıladılar. Pınar Hanım gelip kızını kucakladı.

“Benim kahraman kızım, seninle gurur duyuyorum.”

“Yarıştan çekildim anne!”

“Başka yarışlar var kızım.”

“Çok iyi hazırlanmıştım, çok güzel bir çıkış yaptım…”

Başını annesinin göğsüne gömmüş ağlıyordu.

“Melisa, sen doğru olanı yaptın, bir hayat kurtardın…”

“Biliyorum öğretmenim, yaptığımdan pişman değilim, ama… Tam kazanacakken böyle olmasını kabullenemiyorum…”

“Daha çok yarışlara katılacaksın, üzme kendini, sen bir kahramansın.”

“Size söz vermiştim…”

*

Melisa uzun süre bu olayın etkisinden kurtulamadı. Yarıştan söz açıldığında hemen gözleri doluyordu. Artık yelken sporu yapmak istemiyordu. Ne ailesi, ne öğretmenleri onu bu kararından döndüremediler. Eminesu’nun hastalığının da aldığı kararda etkisi vardı. Hastanede yapılan kontrollerden sonra Eminesu’ya lösemi teşhisi konmuştu. En güçlü rakibi bundan böyle yarışlara katılamayacaktı. Onun yokluğunu kabullenemiyor, gururuna yediremiyordu.  

Melisa’nın üzüntüsü bununla kalsa iyiydi. Öğretim yılı sonunda matematik öğretmenleri okuldan ayrılıp Bodrum’dan gidecekti. Karnelerin dağıtıldığı gün, sevinç ve hüzün bir aradaydı. Karne notları çok iyiydi; mutluydu. Ama çok sevdiği öğretmeninden ayrılıyordu; mutsuzdu. Öğretmenine verdiği sözü tutamamanın ezikliğini yaşıyordu. Onun üzgün halini gören öğretmeni kollarını açtı.

“Gel bakayım Melisa, bir kucaklayayım seni.”

Koşarak gidip öğretmenine sarıldı.

“Gitmeyin öğretmenim...”

“Geri dönüşü yok şampiyon, karar verdim bir kere.”

“Size verdiğim sözü tutamadım öğretmenim…”

Sesi çatallaşıp boğazı düğümlenince sustu. Oysa öğretmenine söyleyeceği daha çok şey vardı. Sözleri yarım kaldı…

Melisa, yarım kalan sözlerini yedinci sınıfa başladığı yıl tamamlayabildi. Okulların açılacağı haftaydı. Bilgisayarının başına geçti ve öğretmenine şu iletiyi yazdı:

Canım Öğretmenim,

Sizi çok seviyorum. Size çok güzel bir haber vereceğim. Yok, sözümü tuttuğumu söylemeyeceğim. Onu unuttum bile…

Sizi unutamıyoruz. Arkadaşlarla sık sık sizinle geçirdiğimiz iki yılı konuşuyoruz. Bizler çok şanslıyız, iyi ki bizim öğretmenimiz olmuşsunuz. Derslerinizde aralara sıkıştırdığınız kısacık sözlerinizi zaman geçtikçe daha iyi anlıyoruz.

Size vereceğim habere çok şaşıracak ve sevineceksiniz. Yelken sporunu bıraktığımı biliyorsunuz. Uzun süre denize bile girmedim. Ama bu yaz tatilinde yeniden başladım spora. Denizden uzak kalamazmışım zaten. Aldığım kararın çok özel bir nedeni var: Eminesu.  İki yıl önce ekim ayında hastalığına teşhis konulmuştu. Erken teşhis ve hastalığının türü nedeniyle iyileşme süreci olumlu geçmiş. Temmuzun sonuydu, anne ve babası bize ziyarete geldiler. Eminesu yoktu yanlarında. Benden, onunla birlikte yelkene başlamamı istediler. Önce kabul etmedim. Ama spor yapmanın Eminesu’ya iyi geleceğini söylediler. Aslında yelken bahaneymiş, asıl amaç Eminesu’nun moralini yüksek tutmakmış. Onu bir tek ben ikna edebilirmişim. Tamam dedim, doktor kontrolünde Eminesu’yla birlikte çalışmalara başladık. Fazla yorulmaması gerekiyormuş. Güçlendikçe antrenmanlarımızı da sıklaştırdık. Eylülün başında Turgutreis’te yapılacak yarışmalara katılmaya karar verdik. İki yıl aradan sonra yine aynı parkurda yarışacaktık. Bu, bize ayrı bir heyecan veriyordu. Çok güzel iki ay geçirdik, çok eğlendik. İkimiz de denizi özlemişiz… 

Geçen hafta yarışlar bitti. Yarışmaktan hiç bu kadar zevk almamıştım öğretmenim. Eminesu da benim gibi hissetmiş. Hayatımın en güzel günlerini yaşadım diyebilirim. Sanmayın ki birinci oldum! Madalya da kazanamadım, ama yarışı ikimiz de bitirebildik. Bitişe onunla aynı anda girdik. Bilmem biliyor musunuz, yelken sporunda yarışçılar, yarış birincisinin ardında on beş dakika içinde bitişe varmaları gerekiyor. On beş dakikada bitiremeyenler yarışmamış kabul ediliyorlar. Biz tam zamanında vardık finişe. Hakemlerin, diğer yarışçıların alkışlarını duyunca sevinçten havalara uçtuk… O an sizin sözleriniz geldi aklıma.  Derece umurunda değildi. Sayenizde çok iyi bir arkadaş kazandım…

Derslerimizde çok sık Ata’mızın özlü sözlerini aktarırdınız bize. Ben de öyle yapacağım öğretmenim: ‘Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim.’

Öğretmenim, iletimi anneme de okuttum. Sizin yazım kurallarına gösterdiğiniz önemi bildiğimden bir de annemin kontrol etmesini istedim. Onun da size çok selamı var…

Sizi çok seviyorum öğretmenim. Ellerinizden öpüyorum…

(Yeniden spora başlamamız için ailelerimizin işbirliği yaptığını sonradan anladık. Eminesu’ya da, “Melisa’nın yelkene dönmesi için senin desteğine ihtiyacı var,” demişler. Ama biz anlamazlıktan geldik, öyle bilsinler istedik. Bu notu annem okuduktan sonra ekledim öğretmenim…)

                             26.10.2018 / AKBÜK

(Esin kaynağım sevgili öğrencilerim Eminesu ve Melisa’ya…)