10 Mart 2019 Pazar


İSMAİL, DANİEL QUINN

 

Daniel Quinn’in çok satan romanı İSMAİL (Bir  Zihin ve Ruh Macerası) adlı romanını okudum. Elimdeki kitap altıncı baskı. Yirmiden fazla dile çevrilmiş ve milyonlarca satılmış. Ben de merakla okudum, ama ne yazık ki hayal kırıklığına uğradım, harcadığım zamana yandım. Bilimsellikten uzak ve temelsiz savlar üzerine kurgulanmış roman. Aslında roman da sayılmaz. Yazar, 291 sayfada anlattıklarını makaleye dönüştürseydi elli altmış sayfada biterdi.

Roman, yazarın orijinal(!) buluşu iki kavram üzerine kurgulanmış: Bırakanlar ve Alanlar. “(Bırakanlar)İnsanlık tarihinin birinci bölümüydü: uzun ve önemsiz bir bölüm. Bu bölüm yaklaşık on bin yıl önce Yakın Doğu’da tarımın doğuşuyla sona erdi Bu olay ikinci bölümün, Alanlar’ın bölümünün başlangıcı oldu. Bırakanlar dünyada halen mevcut, zamanın gerisinde kalmış fosillerden ibaretler…” “Bırakanlar ve Alanlar bambaşka ve birbiriyle çelişen varsayımlara dayalı iki farklı hikayeyi canlandırıyor…”

Kitap boyunca üretim ilişkileriyle ilgili tek cümle yok. Özel mülkiyetin nasıl ortaya çıktığına ise hiç değinilmemiş. Toplumsal sistem analizleri yok, dümdüz on bin yıllık bütüncül bir tarihten söz ediliyor. Kölelerle köle sahipleri, serflerle derebeyler, emekçilerle burjuvalar aynı torbaya doldurularak Alanlar adında bir insan grubu yaratılmış. Sanmayın ki Bırakanlar ezilen sınıfları temsil ediyor. Tarıma geçişten önceki insanların tamamına verilmiş bir ad bu. Bunları yazar bilmiyor mu? Tabii ki biliyor, bilinçli bir şekilde gerçekler gizleniyor. Kitabın gördüğü ilgiden bunda da yazarın başarılı olduğu anlaşılıyor.  

“Dünya bizim için yaratıldıysa, o zaman bize aittir ve onunla canımız ne halt isterse yaparız.” Sanırım böyle cümlelerle, okuyucunun ilgisi ve takdiri kazanılmak isteniyor. Bu satırları okurken “Vay be! Adam ne büyük laf etmiş!” mi demeliyiz?

Ya şu satırlar: “Tarımla birlikte bu kontrol ortadan kalktı ve insan göz kamaştırıcı bir hızla yükseldi. Yerleşik hayat iş bölümünü doğurdu. İş bölümü teknolojiyi doğurdu. Teknolojinin yükselişiyle ticaret ortaya çıktı. Ticaretle birlikte de matematik, okuryazarlık, bilim ve diğerleri ortaya çıktı…” Bilimsellikten uzak, uydurma ve keyfi tespitler. İş bölümünü açmasını ve anlatmasını bekliyor insan ama yok… Teknoloji ne zaman doğdu? Ticaret gerçekten teknolojiyle mi ortaya çıktı? Matematiğin temellerini atan tarihin derinliklerinden bize el sallayan dahiler nasıl görmezlikten gelinir? Neyse…

“Ceylanla aslan, yalnızca Alanlar’ın zihninde birbirine düşmandır. Bir ceylan sürüsüyle karşılaşan bir aslan, onları bir düşmanın yapacağı gibi katletmez. Yalnızca bir tanesini, nefretini değil açlığını yatıştırmak için öldürür ve işini bitirdikten sonra, ceylanlar otlarken onu aralarına almakta hiçbir sakınca görmez.” Kitabı çekici kılan bu tür anlatımların okuyucunun hoşuna gideceğini biliyor yazar. Ama durduk yere benim aklıma çocukluğumun anıları geliyor. Tilkinin kümese girdiğinde tüm tavukları boğazladığını, kurdun tüm sürüyü telef edebileceğini biliyorum. Ee, şimdi ne diyeceğiz? Yazar, insanoğlunun keyfi olarak hayvanları öldürdüğünü, ihtiyacından fazlasını aldığını anlatmaya çalışıyor aslında. Verdiği örneğin onun için bir önemi yok. Çünkü soru sormuyor ve en kötüsü de okuyucunun da sormayacağını düşünüyor…

“Evet. Vahşi doğada, bir aslan bir ceylanı öldürür ve yer. Bir tane daha öldürüp ertesi güne saklamaz. Bir geyik, çevresinde bulduğu otları yer. Onları kesip kış için saklamaz. Bunlar Alanlar’ın yaptığı şeylerdir.” Yazar, nüfus artışını, insanların yiyecek biriktirmek zorunda kalmasının nedenlerinden sayıyor ve birçok olumsuzluğu da nüfus artışına bağlıyor. Bu konuda yazarla hemfikirim, ama benim ondan farklı olarak söyleyecek bir sözüm var: Kapitalizmde adil bölüşüm olsa kaynaklar tüm insanlara yeter… Kitapta, ne kapitalizm ne de emperyalizm vurgusu var…

Bir ara yazara haksızlık mı ediyorum diye düşündüm. Adam siyasete girmeden çevre sorunlarını anlatıyor, o da böyle bir yol tutmuş saygı duymalıyım, dedim. Birden karşıma şu satırlar çıkınca şaşırıp kaldım: “ ‘Sanırım son birkaç yıldır Sovyetler Birliği ile Doğu Avrupa’da meydana gelenlerden söz ediyorsun.’ ‘Doğru. Bundan on yıl veya yirmi yıl önce, Marksizm’in çok geçmeden tepeden yıkılacağını tahmin eden birine umutsuz bir hayalci, tam bir saf gözüyle bakılırdı.’… ‘Ama bu ülkelerdeki insanlar yeni bir yaşama tarzına kavuşma olasılığıyla ilham bulunca, her şey neredeyse bir gecede olup bitti.”

Yukarıdaki alıntıda insanlarla dalga geçiyor yazar. Birincisi tepeden yıkılan Marksizm değil Sovyetler Birliği… İkicisi de Sovyetlerin dağılacağını öngörenler az değildi… Üçüncüsü ‘o insanlar’ gerçekten şimdi mutlular mı? Kurtuldular mı? Aynı kurnazlığı “SAPIENS” kitabının yazarı Harari de yapıyor. “Serbest piyasanın en iyi ekonomik sistem olmasının sebebi de Adam Smith’in öyle buyurması değil, bunun doğanın değiştirilmez yasası olmasıdır.” diyor Harari… Söylemeden geçemeyeceğim; Harari’nin kitabı Quinn’inkinden daha iyi…

“Gün batımını seyrettikten sonra gidip de komşunun çadırını ateşe veremezsin. Doğayla iç içe yaşamak akıl sağlığı için harikadır.” Elbette, kitapta geçen böylesi güzel sözlere bir itirazım yok. Hatta bu satırları, altını çizerek okudum.

Benim itirazım ve de hayretim bu kitapların gördüğü ilgiye… Evrimi işleyen, çevre sorunlarına vurgu yapan kitaplarla bambaşka bir propagandanın yapıldığı, insanların bilinçaltına bilimsellikten uzak düşüncelerin yerleştirilmeye çalışıldığı açık değil mi? Binlerce yıllık insanlık tarihini masal anlatırcasına yazmanın amacı ne olabilir başka?

Evrendeki her şeyde olduğu gibi toplumların da kendine özgü iç dinamikleri vardır. Değişimi ve dönüşümü sağlayan diyalektik işleyiş çöpe atılarak tarih yazılamaz…

8 Mart 2019 / Kdz.Ereğli

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder