İSMAİL, DANİEL QUINN
Daniel Quinn’in çok satan romanı İSMAİL (Bir Zihin ve Ruh Macerası) adlı romanını okudum.
Elimdeki kitap altıncı baskı. Yirmiden fazla dile çevrilmiş ve milyonlarca
satılmış. Ben de merakla okudum, ama ne yazık ki hayal kırıklığına uğradım,
harcadığım zamana yandım. Bilimsellikten uzak ve temelsiz savlar üzerine
kurgulanmış roman. Aslında roman da sayılmaz. Yazar, 291 sayfada anlattıklarını
makaleye dönüştürseydi elli altmış sayfada biterdi.
Roman, yazarın orijinal(!) buluşu iki kavram üzerine
kurgulanmış: Bırakanlar ve Alanlar. “(Bırakanlar)İnsanlık tarihinin birinci
bölümüydü: uzun ve önemsiz bir bölüm. Bu bölüm yaklaşık on bin yıl önce Yakın
Doğu’da tarımın doğuşuyla sona erdi Bu olay ikinci bölümün, Alanlar’ın
bölümünün başlangıcı oldu. Bırakanlar dünyada halen mevcut, zamanın gerisinde
kalmış fosillerden ibaretler…” “Bırakanlar ve Alanlar bambaşka ve birbiriyle
çelişen varsayımlara dayalı iki farklı hikayeyi canlandırıyor…”
Kitap boyunca üretim ilişkileriyle ilgili tek cümle
yok. Özel mülkiyetin nasıl ortaya çıktığına ise hiç değinilmemiş. Toplumsal sistem
analizleri yok, dümdüz on bin yıllık bütüncül bir tarihten söz ediliyor.
Kölelerle köle sahipleri, serflerle derebeyler, emekçilerle burjuvalar aynı
torbaya doldurularak Alanlar adında bir insan grubu yaratılmış. Sanmayın ki
Bırakanlar ezilen sınıfları temsil ediyor. Tarıma geçişten önceki insanların
tamamına verilmiş bir ad bu. Bunları yazar bilmiyor mu? Tabii ki biliyor,
bilinçli bir şekilde gerçekler gizleniyor. Kitabın gördüğü ilgiden bunda da
yazarın başarılı olduğu anlaşılıyor.
“Dünya bizim için yaratıldıysa, o zaman bize aittir ve
onunla canımız ne halt isterse yaparız.” Sanırım böyle cümlelerle, okuyucunun
ilgisi ve takdiri kazanılmak isteniyor. Bu satırları okurken “Vay be! Adam ne
büyük laf etmiş!” mi demeliyiz?
Ya şu satırlar: “Tarımla birlikte bu kontrol ortadan
kalktı ve insan göz kamaştırıcı bir hızla yükseldi. Yerleşik hayat iş bölümünü
doğurdu. İş bölümü teknolojiyi doğurdu. Teknolojinin yükselişiyle ticaret
ortaya çıktı. Ticaretle birlikte de matematik, okuryazarlık, bilim ve diğerleri
ortaya çıktı…” Bilimsellikten uzak, uydurma ve keyfi tespitler. İş bölümünü açmasını
ve anlatmasını bekliyor insan ama yok… Teknoloji ne zaman doğdu? Ticaret
gerçekten teknolojiyle mi ortaya çıktı? Matematiğin temellerini atan tarihin
derinliklerinden bize el sallayan dahiler nasıl görmezlikten gelinir? Neyse…
“Ceylanla aslan, yalnızca Alanlar’ın zihninde
birbirine düşmandır. Bir ceylan sürüsüyle karşılaşan bir aslan, onları bir
düşmanın yapacağı gibi katletmez. Yalnızca bir tanesini, nefretini değil
açlığını yatıştırmak için öldürür ve işini bitirdikten sonra, ceylanlar
otlarken onu aralarına almakta hiçbir sakınca görmez.” Kitabı çekici kılan bu
tür anlatımların okuyucunun hoşuna gideceğini biliyor yazar. Ama durduk yere benim
aklıma çocukluğumun anıları geliyor. Tilkinin kümese girdiğinde tüm tavukları
boğazladığını, kurdun tüm sürüyü telef edebileceğini biliyorum. Ee, şimdi ne
diyeceğiz? Yazar, insanoğlunun keyfi olarak hayvanları öldürdüğünü,
ihtiyacından fazlasını aldığını anlatmaya çalışıyor aslında. Verdiği örneğin
onun için bir önemi yok. Çünkü soru sormuyor ve en kötüsü de okuyucunun da
sormayacağını düşünüyor…
“Evet. Vahşi doğada, bir aslan bir ceylanı öldürür ve
yer. Bir tane daha öldürüp ertesi güne saklamaz. Bir geyik, çevresinde bulduğu
otları yer. Onları kesip kış için saklamaz. Bunlar Alanlar’ın yaptığı
şeylerdir.” Yazar, nüfus artışını, insanların yiyecek biriktirmek zorunda kalmasının
nedenlerinden sayıyor ve birçok olumsuzluğu da nüfus artışına bağlıyor. Bu
konuda yazarla hemfikirim, ama benim ondan farklı olarak söyleyecek bir sözüm
var: Kapitalizmde adil bölüşüm olsa kaynaklar tüm insanlara yeter… Kitapta, ne
kapitalizm ne de emperyalizm vurgusu var…
Bir ara yazara haksızlık mı ediyorum diye düşündüm.
Adam siyasete girmeden çevre sorunlarını anlatıyor, o da böyle bir yol tutmuş
saygı duymalıyım, dedim. Birden karşıma şu satırlar çıkınca şaşırıp kaldım: “ ‘Sanırım
son birkaç yıldır Sovyetler Birliği ile Doğu Avrupa’da meydana gelenlerden söz
ediyorsun.’ ‘Doğru. Bundan on yıl veya yirmi yıl önce, Marksizm’in çok geçmeden
tepeden yıkılacağını tahmin eden birine umutsuz bir hayalci, tam bir saf
gözüyle bakılırdı.’… ‘Ama bu ülkelerdeki insanlar yeni bir yaşama tarzına
kavuşma olasılığıyla ilham bulunca, her şey neredeyse bir gecede olup bitti.”
Yukarıdaki alıntıda insanlarla dalga geçiyor yazar.
Birincisi tepeden yıkılan Marksizm değil Sovyetler Birliği… İkicisi de Sovyetlerin
dağılacağını öngörenler az değildi… Üçüncüsü ‘o insanlar’ gerçekten şimdi
mutlular mı? Kurtuldular mı? Aynı kurnazlığı “SAPIENS” kitabının yazarı Harari
de yapıyor. “Serbest piyasanın en iyi ekonomik sistem olmasının sebebi de Adam
Smith’in öyle buyurması değil, bunun doğanın değiştirilmez yasası olmasıdır.” diyor
Harari… Söylemeden geçemeyeceğim; Harari’nin kitabı Quinn’inkinden daha iyi…
“Gün batımını seyrettikten sonra gidip de komşunun
çadırını ateşe veremezsin. Doğayla iç içe yaşamak akıl sağlığı için harikadır.”
Elbette, kitapta geçen böylesi güzel sözlere bir itirazım yok. Hatta bu
satırları, altını çizerek okudum.
Benim itirazım ve de hayretim bu kitapların gördüğü
ilgiye… Evrimi işleyen, çevre sorunlarına vurgu yapan kitaplarla bambaşka bir
propagandanın yapıldığı, insanların bilinçaltına bilimsellikten uzak
düşüncelerin yerleştirilmeye çalışıldığı açık değil mi? Binlerce yıllık
insanlık tarihini masal anlatırcasına yazmanın amacı ne olabilir başka?
Evrendeki her şeyde olduğu gibi toplumların da kendine
özgü iç dinamikleri vardır. Değişimi ve dönüşümü sağlayan diyalektik işleyiş
çöpe atılarak tarih yazılamaz…
8 Mart 2019 / Kdz.Ereğli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder