İKİ BUÇUK LİRA
Öğlen arasıydı, yemeğimi yemiş bahçeye çıkmıştım. Hava
çok güzeldi. Nisan aynın yakıcı olmayan güneşine, Bodrum’un kendine özgü
esintisi eşlik ediyordu. Nemden eser yoktu havada. Dupduru gökyüzü ışıl ışıldı.
Yüksek ağaçların gölgelediği, içinde küçük bir dereciğin de bulunduğu yapay
tabiat parkı dururken böylesine güzel havada öğretmenler odasına kapanamazdım. Ben
de gereğini yaptım; bahçenin taş bölümünü hızla geçerek her zaman oturduğum
banka geldim. Dereciğin üzerinde ağaçtan küçük bir köprü vardı. Çocukların
bazıları bu köprüyü kullanmaz, karşıdan karşıya, atlayarak geçerlerdi. Bazen
bunu oyuna çevirirlerdi. Asıl şenlik, bir çocuğun ayağı kayıp suya düştüğünde
yaşanırdı. Ayakkabıları, paçaları su içinde kalan çocuk arkadaşlarının gülmelerine
aldırmadan kaldığı yerden oyuna devam ederdi. Manzaranın en güzel ayrıntısı ise
buranın gerçek sahipleri biziz dercesine derede yüzen ördeklerdi.
Yemekhaneden çıkan öğrenciler geç kalmışçasına bahçeye
koşuyorlardı. Üçü beşi bir araya gelip oyun kuruyordu. Ya da önceden yarım
kalmış oyunlarına devam edeceklerdi. Onların bu halleri bana çocukluğumu
anımsattı. Biz de teneffüslerde oyuna doyamaz, ders zili hiç çalsın istemezdik.
Çocuk her devirde çocuk; aradan elli yıl da yüz yıl da geçse bu gerçek değişmeyecek…
Bir an çok iddialı bir söz mü ettim diye kuşkuya kapıldım. Sorumu yine kendim
yanıtladım: Oyun, yeme içme kadar ihtiyaçtır…
Benden beş altı metre uzakta, üç kız öğrenci çimenlerin
üzerinde sırayla perende atıyordu. Perende atmak, köprü kurmak son aylarda
okulda moda haline gelmişti. Özellikle kız öğrenciler koridorlarda, sınıflarda
ya da bahçede birbirleriyle yarışırcasına bu hareketleri deniyorlardı. Sahra,
Ayla ve Elif; üçü de öğrencimdi. İçlerinde jimnastiğe en yatkın olanı Sahra idi.
Sahra, Elif ve Ayla’ya göre daha uzun ve ince yapılıydı. Birkaç kez koşarken
görmüştüm onu, uzun bacaklarıyla arkadaşlarına fark atmıştı. Sahra’nın sene
başında bir ders çıkışında söylediklerini unutamıyordum. Doğru olup olmadığını
annesine de sormuştum. Doğruymuş, ilkokuldan mezun olunca İzmir’e
taşınacaklarmış, ertelemişler. Sahra “Öğretmenim sizin için kaldık, beşinci
sınıfta da sizinle olmak istedim...” demişti. Bir öğrencinin bakışlarındaki
sevecenlik ve içtenlik, bir öğretmen için paha biçilmez bir değerdir. Kırk
yıllık öğretmen de olsam böyle sözleri her duyduğumda yüreğim sevgiyle,
coşkuyla kabarırdı…
Onları izlediğimi fark etmişlerdi, arada bir dönüp
bana bakıyorlardı. Jimnastikçi öğrencilerimin bir izleyenleri daha vardı: Selen.
Bizden altı yedi metre kadar ötede taş duvarın üzerinde oturuyordu. Yüzündeki
ifade anbean değişiyordu. Arkadaşlarından biri kötü bir şekilde yere düştüğünde
üzüntüsünü, başarılı bir atlayış yaptığında ise sevincini belli ediyordu. Bir
an kalkıp Selen’in yanına gitmeyi düşündüm. Sonra hemen vazgeçtim, durup
dururken keyfini kaçıracaktım. Aslında beni severdi, onunla boş derslerde ya da
okul çıkışlarında özel olarak ilgileniyordum. Çekingen bir kızdı, ama yine de
sevgisini bakışlarıyla hissettirirdi. Alabildiğine hassas ve duygusaldı… Ben de
onu çok seviyordum.
Bahçe nöbetçisi öğretmen arkadaş bir elini havaya
kaldırmış, ders vaktinin geldiğini çocuklara duyuruyordu. Onu gören üç arkadaş
sırayla yan perendelerini atıp okula doğru koştular. Tam o anda Elif’in bir şey
düşürdüğünü fark ettim, sanırım kağıt paraydı. Uçarcasına okula girmişlerdi.
Elif’e seslenip de paranı düşürdün bile diyemedim. Ben diğer çocuklara bakarken
Selen gelip parayı aldı. Sonra, o da diğer arkadaşlarının ardından okula koştu.
Selen’in parayı Elif’e vereceğinden emindim. Elif,
Selen’i çok seviyordu. Sınıfta sıraları yan yanaydı. Elif, derslerde Selen’e
yardım ederdi. Selen, tahtadaki bir yazıyı defterine geçirmekte geciktiğinde, Elif
tamamlardı yazısını. Bir ders çıkışında Elif’i yanıma çağırıp sormuştum: “Selen’e
yardım ederken sen de geri kalıyorsun, neden kendini zorluyorsun?” Verdiği
yanıt çok hoştu. “İyilik etmeyi seviyorum, birilerine yardım etmek çok güzel
bir şey; hem o çok temiz kalpli, hiç kimse hakkında kötü düşünmüyor…” Şimdi
iyilik etme sırası Selen’deydi. Böyle bir fırsat yakaladığı için Selen adına sevindim.
Okulun merdivenlerinden çıkarken aklım çocukluğumdaydı.
Sanırım sekiz yaşımdaydım, ilkokul ikinci sınıfa gidiyordum. Az önce tanığı
olduğum para düşürme olayının bir benzerini de ben yaşamıştım. Yarım asırdır
unutmadığım, unutamadığım o olay benim için tatsız bir anıdır. Çocuk olmama
karşın hâlâ içimi yakan pişmanlıktan kurtulmuş değilim. Okulun bahçesindeydik.
Çevredeki köylerden de çocuklar gelirdi okulumuza. Sabah töreni için toplanmıştık.
Boy sırasına girmiştik, yanımdaki arkadaş uzak bir köyden gelen bir çocuktu. Babasını
yeni kaybettiğinden herkes ona ilgi gösteriyordu. Çocuğun elinde iki buçuk
liralık demir para vardı. O zamana göre önemli bir paraydı, benim böyle bir
paraya sahip olmam mümkün değildi. Tören bitiminde öğrenciler bahçenin dört bir
yanına dağılmıştı. O sırada madeni bir ses duydum, o çocuk parasını düşürmüştü.
Çakılların üzerinde yuvarlanan parayı gözlerimle takip etmiş, sonra kimseye görünmeden
gidip almıştım. Ne yazık ki parayı götürüp sahibine vermemiştim. Selen’in benim
gibi davranmayacağından emindim. Sadece Selen değil okulumuzda hiçbir öğrenci
kendisinin olmayan parayı kabul etmezdi. Buldukları paraları ya nöbetçi
öğretmene ya da yönetime verirlerdi. Ne zaman yerde sahipsiz bir para görsem, o
çocuğun ağlayarak, parasını arayışı gözümün önüne gelir...
Önde Elif, arkasında Ayla ve Sahra koşarak
merdivenlerden iniyorlardı. “Durun yavaş olun, düşeceksiniz, ne bu telaşınız
çocuklar?” Sorumu Ayla yanıtladı. “Elif yüz lirasını düşürdü, onu aramaya
gidiyoruz, öğretmenim…” Donup kaldım. Demek ki Selen parayı arkadaşına vermemişti.
İçime sanki bir kor düşmüştü. Yok, mümkün değil desem de şüpheyi kafamdan savamıyordum.
Üzüntüden midemin burkulduğunu hissettim, hep böyle tepki verirdi midem… Olumlu,
olumsuz düşüncelerle boğuşup duruyordum: Belki Selen, paranın Elif’ten
düştüğünü görmemişti… Arkadaşının parsını kaybettiğini duymuştur mutlaka… Şimdi
anımsadım, okul müdürümüz törenlerden sonra çevre temizliği yaptırırdı, onun
için bahçeye dağılmıştık. Bütün gün elim cebimde, avucumda iki buçuk liralık
demir parayla dolaşmıştım. Parayı birkaç gün yanımda taşımıştım. Evdekilere de
söyleyememiştim. O kadar büyük param hiç olmamıştı, nasıl harcayacağımı da bilmiyordum.
Beş kuruş, on kuruş hadi bilemedin yirmi beş kuruştu harçlığım. Bir tek
sinemaya giderken elli kuruş verirdi babam…
Dersim yoktu, öğretmenler odasında, bir ders boyunca düşündüm.
Ne yapmalıydım? Elif için yüz lira büyük bir kayıp sayılmazdı. Ailesinin durumu
çok iyiydi. Birkaç saat geçmeden unuturdu. Ya Selen? İleri de o da benim gibi
üzülmeyecek miydi? Pişmanlığı içini yakmayacak mıydı? Öğretmen arkadaşlarla
konuşmayı düşündüm, hemen vazgeçtim. En iyisi rehberlik öğretmeni Esin Hanım’a
anlatmalı dedim içimden. O, Selen’i üzmeden mutlaka sorunu çözerdi… Bir yandan
da çocukluğuma gidip geliyordu aklım. Ya okulda öğrencilerin üzeri aransaydı,
para bende bulunsaydı; ne yapardım? Kesin adım hırsıza çıkardı. Onulmayacak
yıkımlar yaşardım… O parayı sonunda evdekilere göstermiştim. “Bakın para
buldum,” demiştim. Babam parayı benden almıştı… Evet, aldı ve bir daha da vermedi
bana. Bu da içimde ayrı bir yaradır. O yaşımda üzülerek birçok şeyi sorgulamıştım…
Hiç kimseye duyurmayacaktım. Bir yolunu bulup sorunu ben
çözecektim. Çocuğu üzmeden halletmenin mutlaka bir yolu vardı. Ancak, durum hiç
beklemediğim bir şekilde alevlendi. Eliflerin sınıfa, derse girdiğimde Elif’i
iki gözü iki çeşme ağlarken buldum. Sahra ve Ayla da üzüntülüydüler. Belki
kendilerinden kuşkulanıldığını düşünüyorlardı. Elif’in hemen yan tarafında
oturan Selen ise hiçbir şey olmamışcasına kendi âlemindeydi. Elif’i teselli
etmeye çalıştım. Yatışacak gibi değildi.
“Öğretmenim, para hiç önemli değil, kendime kızıyorum,
koca kız oldum, cebimdeki paraya sahip çıkamıyorum. Ben ne diyeceğim anneme?”
“Annen anlayışla karşılar, senin canın sağ olsun der.”
“Biliyorum… Para uçup gitmez ya öğretmenim, birisi bulmuştur
mutlaka…”
Sahra ve Ayla’nın neden üzgün oldukları belli olmuştu.
“Belki gerçekten uçmuştur.” Ayla’ydı, sesi
ağlamaklıydı. Oturduğu tek kişilik masasında hafiften boynunu bükmüş bana
bakıyordu. Gözlerindeki masumiyetin güzelliği yüzüne yansıyordu. Arkadaş
canlısı, duygusal bir kızdı. Ortaokula geçtiklerinde ilkokuldaki iki sınıfın
öğrencileri karıştırılmıştı. İlkokulda dört yıl birlikte okudukları Zeynep’le
ayrı sınıflara düşmüşlerdi. Çok üzülmüştü. Zeynep’le birlikte olabilmek için
epey uğraşmıştı. Birkaç kez benimle de konuşmuş, benden yardım istemişti. Onu
ikna edene kadar epey uğraşmıştım.
“Evet, öğretmenim, hava rüzgarlı, rüzgar alıp
götürmüştür.” Sahra’nın da Ayla’dan bir farkı yoktu. İkisine de üzüldüm, zan
altında kalmak hiç hoş değildi.
“Öğretmenim, yanlış anlaşılmasın, arkadaşlarım
üzülmesin, onların aldığı aklımdan bile geçmiyor…” Yeniden ağlamaya başlayınca
daha fazla üstelemeden derse geçtim.
Dersimi işlerken aklımın bir yanı sürekli Selen’deydi.
Ya sınıfta arama yaparlarsa, ya para onun üzerinde bulunursa… Bunun ihtimali
bile kalbimin sıkışmasına yetiyordu. Böyle bir aramaya okulda kimse izin
vermez, deyip birazcık rahatlayabildim. Ama iyimser halim çok sürmedi… Bu
şekilde dersin biteceği de yoktu. En iyisi öğrenciler teneffüse çıkarken
ağırdan alıp en sona kalmaktı. Bazen öğrenciler, ben sınıftan ayrılmadan kürsüye
gelip benimle sohbet ederlerdi. Belki Selen kalkıp yanıma gelirdi. Konuşurdum
onunla. Gelmedi, yerinden bile kalkmadı, defterinin üzerine eğilmiş bir şeyler
yazıyordu.
Son dersler etüt saatleriydi. Öğrenciler bu saatte
genelde ertesi günün derslerini yaparlardı. Bazen de test çözerlerdi. Son
dersim yine Eliflereydi. Derste sözü, kaybolan paraya getirdim. “Elif’in
gözyaşları beni çok üzüyor çocuklar. Parasını bulan keşke getirip verse…” Bir
yandan da Selen’e bakıyordum. Oralı bile değildi o. Sanki beni duymuyordu.
Çıkışa çok az zaman kalmıştı. Hâlâ hiçbir şey yapamamıştım. Selen’le konuşma
fırsatı yaratmanın tek yolu onu ders çıkışında okulda tutmaktı. On on beş dakika
yeterdi bana.
Selen’in yanına gidip başına dikildim. Eğilip kulağına,
dersten sonra çalışalım mı, diye soracaktım. Bir türlü cesaretimi toplayamadım.
O benden önce davrandı, kafasını kaldırıp defterini bana doğru tuttu.
“Bak öğretmenim, bunları ben yaptım,” dedi.
“Çok güzel Selen…” diyebildim. Tam o sırada kapı
çalındı içeriye Esin Öğretmen girdi.
“Hocam, rahatsız ediyorum, ama mutlaka konuşmam gerekiyordu…”
Esin Öğretmen’in Selen’le bakıştıklarını fark
ettiğimde kalbim heyecanla çarpmaya başladı. Biliyordum, Esin Öğretmen
özenlidir, çocuğu üzecek bir şey yapmazdı; ama yine de kaygılanmıştım.
“Hata bende hocam, öğleden sonra toplantıya girdim, ancak
şimdi çıkabildim. Selen yüz lira bulmuş, bana getirmişti. Elif’inmiş…”
Sınıftaki tüm öğrenciler dönüp Selen’e baktılar. Benim
gözlerim Elif’teydi. Tepkisini merak ediyordum. Yerinden kalkıp Selen’e
sarıldı. Birden sınıfta müthiş bir alkış koptu. Çocukların o andaki sevinci
görülmeye değerdi…
Derslik boşalırken Elif sessizce gelip yanıma sokuldu.
“Öğretmenim, ben size söylemiştim, Selen çok iyi kızdır…”
“Elif, sen de en az onun kadar iyisin. Seni çok seviyorum…”
10.11.2019 / AKBÜK
(Öğrencilerime verdiğim sözü yerine getirmeye devam ediyorum.
İçinde adlarının geçeceği öyküler yazacaktım. Adı geçenlerin karakterlerini
elimden geldiğince vermeye çalışıyorum. Kitaplaştırıp bastırdığımda ileride
onlar için hoş anı olacağına inanıyorum. Onlar benim meslek hayatımdaki tüm
öğrencilerimin özetidir, onları çok seviyorum…)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder