16 Kasım 2019 Cumartesi


İKİ BUÇUK LİRA





Öğlen arasıydı, yemeğimi yemiş bahçeye çıkmıştım. Hava çok güzeldi. Nisan aynın yakıcı olmayan güneşine, Bodrum’un kendine özgü esintisi eşlik ediyordu. Nemden eser yoktu havada. Dupduru gökyüzü ışıl ışıldı. Yüksek ağaçların gölgelediği, içinde küçük bir dereciğin de bulunduğu yapay tabiat parkı dururken böylesine güzel havada öğretmenler odasına kapanamazdım. Ben de gereğini yaptım; bahçenin taş bölümünü hızla geçerek her zaman oturduğum banka geldim. Dereciğin üzerinde ağaçtan küçük bir köprü vardı. Çocukların bazıları bu köprüyü kullanmaz, karşıdan karşıya, atlayarak geçerlerdi. Bazen bunu oyuna çevirirlerdi. Asıl şenlik, bir çocuğun ayağı kayıp suya düştüğünde yaşanırdı. Ayakkabıları, paçaları su içinde kalan çocuk arkadaşlarının gülmelerine aldırmadan kaldığı yerden oyuna devam ederdi. Manzaranın en güzel ayrıntısı ise buranın gerçek sahipleri biziz dercesine derede yüzen ördeklerdi.    
Yemekhaneden çıkan öğrenciler geç kalmışçasına bahçeye koşuyorlardı. Üçü beşi bir araya gelip oyun kuruyordu. Ya da önceden yarım kalmış oyunlarına devam edeceklerdi. Onların bu halleri bana çocukluğumu anımsattı. Biz de teneffüslerde oyuna doyamaz, ders zili hiç çalsın istemezdik. Çocuk her devirde çocuk; aradan elli yıl da yüz yıl da geçse bu gerçek değişmeyecek… Bir an çok iddialı bir söz mü ettim diye kuşkuya kapıldım. Sorumu yine kendim yanıtladım: Oyun, yeme içme kadar ihtiyaçtır…
Benden beş altı metre uzakta, üç kız öğrenci çimenlerin üzerinde sırayla perende atıyordu. Perende atmak, köprü kurmak son aylarda okulda moda haline gelmişti. Özellikle kız öğrenciler koridorlarda, sınıflarda ya da bahçede birbirleriyle yarışırcasına bu hareketleri deniyorlardı. Sahra, Ayla ve Elif; üçü de öğrencimdi. İçlerinde jimnastiğe en yatkın olanı Sahra idi. Sahra, Elif ve Ayla’ya göre daha uzun ve ince yapılıydı. Birkaç kez koşarken görmüştüm onu, uzun bacaklarıyla arkadaşlarına fark atmıştı. Sahra’nın sene başında bir ders çıkışında söylediklerini unutamıyordum. Doğru olup olmadığını annesine de sormuştum. Doğruymuş, ilkokuldan mezun olunca İzmir’e taşınacaklarmış, ertelemişler. Sahra “Öğretmenim sizin için kaldık, beşinci sınıfta da sizinle olmak istedim...” demişti. Bir öğrencinin bakışlarındaki sevecenlik ve içtenlik, bir öğretmen için paha biçilmez bir değerdir. Kırk yıllık öğretmen de olsam böyle sözleri her duyduğumda yüreğim sevgiyle, coşkuyla kabarırdı…
Onları izlediğimi fark etmişlerdi, arada bir dönüp bana bakıyorlardı. Jimnastikçi öğrencilerimin bir izleyenleri daha vardı: Selen. Bizden altı yedi metre kadar ötede taş duvarın üzerinde oturuyordu. Yüzündeki ifade anbean değişiyordu. Arkadaşlarından biri kötü bir şekilde yere düştüğünde üzüntüsünü, başarılı bir atlayış yaptığında ise sevincini belli ediyordu. Bir an kalkıp Selen’in yanına gitmeyi düşündüm. Sonra hemen vazgeçtim, durup dururken keyfini kaçıracaktım. Aslında beni severdi, onunla boş derslerde ya da okul çıkışlarında özel olarak ilgileniyordum. Çekingen bir kızdı, ama yine de sevgisini bakışlarıyla hissettirirdi. Alabildiğine hassas ve duygusaldı… Ben de onu çok seviyordum.
Bahçe nöbetçisi öğretmen arkadaş bir elini havaya kaldırmış, ders vaktinin geldiğini çocuklara duyuruyordu. Onu gören üç arkadaş sırayla yan perendelerini atıp okula doğru koştular. Tam o anda Elif’in bir şey düşürdüğünü fark ettim, sanırım kağıt paraydı. Uçarcasına okula girmişlerdi. Elif’e seslenip de paranı düşürdün bile diyemedim. Ben diğer çocuklara bakarken Selen gelip parayı aldı. Sonra, o da diğer arkadaşlarının ardından okula koştu.
Selen’in parayı Elif’e vereceğinden emindim. Elif, Selen’i çok seviyordu. Sınıfta sıraları yan yanaydı. Elif, derslerde Selen’e yardım ederdi. Selen, tahtadaki bir yazıyı defterine geçirmekte geciktiğinde, Elif tamamlardı yazısını. Bir ders çıkışında Elif’i yanıma çağırıp sormuştum: “Selen’e yardım ederken sen de geri kalıyorsun, neden kendini zorluyorsun?” Verdiği yanıt çok hoştu. “İyilik etmeyi seviyorum, birilerine yardım etmek çok güzel bir şey; hem o çok temiz kalpli, hiç kimse hakkında kötü düşünmüyor…” Şimdi iyilik etme sırası Selen’deydi. Böyle bir fırsat yakaladığı için Selen adına sevindim.
Okulun merdivenlerinden çıkarken aklım çocukluğumdaydı. Sanırım sekiz yaşımdaydım, ilkokul ikinci sınıfa gidiyordum. Az önce tanığı olduğum para düşürme olayının bir benzerini de ben yaşamıştım. Yarım asırdır unutmadığım, unutamadığım o olay benim için tatsız bir anıdır. Çocuk olmama karşın hâlâ içimi yakan pişmanlıktan kurtulmuş değilim. Okulun bahçesindeydik. Çevredeki köylerden de çocuklar gelirdi okulumuza. Sabah töreni için toplanmıştık. Boy sırasına girmiştik, yanımdaki arkadaş uzak bir köyden gelen bir çocuktu. Babasını yeni kaybettiğinden herkes ona ilgi gösteriyordu. Çocuğun elinde iki buçuk liralık demir para vardı. O zamana göre önemli bir paraydı, benim böyle bir paraya sahip olmam mümkün değildi. Tören bitiminde öğrenciler bahçenin dört bir yanına dağılmıştı. O sırada madeni bir ses duydum, o çocuk parasını düşürmüştü. Çakılların üzerinde yuvarlanan parayı gözlerimle takip etmiş, sonra kimseye görünmeden gidip almıştım. Ne yazık ki parayı götürüp sahibine vermemiştim. Selen’in benim gibi davranmayacağından emindim. Sadece Selen değil okulumuzda hiçbir öğrenci kendisinin olmayan parayı kabul etmezdi. Buldukları paraları ya nöbetçi öğretmene ya da yönetime verirlerdi. Ne zaman yerde sahipsiz bir para görsem, o çocuğun ağlayarak, parasını arayışı gözümün önüne gelir...
Önde Elif, arkasında Ayla ve Sahra koşarak merdivenlerden iniyorlardı. “Durun yavaş olun, düşeceksiniz, ne bu telaşınız çocuklar?” Sorumu Ayla yanıtladı. “Elif yüz lirasını düşürdü, onu aramaya gidiyoruz, öğretmenim…” Donup kaldım. Demek ki Selen parayı arkadaşına vermemişti. İçime sanki bir kor düşmüştü. Yok, mümkün değil desem de şüpheyi kafamdan savamıyordum. Üzüntüden midemin burkulduğunu hissettim, hep böyle tepki verirdi midem… Olumlu, olumsuz düşüncelerle boğuşup duruyordum: Belki Selen, paranın Elif’ten düştüğünü görmemişti… Arkadaşının parsını kaybettiğini duymuştur mutlaka… Şimdi anımsadım, okul müdürümüz törenlerden sonra çevre temizliği yaptırırdı, onun için bahçeye dağılmıştık. Bütün gün elim cebimde, avucumda iki buçuk liralık demir parayla dolaşmıştım. Parayı birkaç gün yanımda taşımıştım. Evdekilere de söyleyememiştim. O kadar büyük param hiç olmamıştı, nasıl harcayacağımı da bilmiyordum. Beş kuruş, on kuruş hadi bilemedin yirmi beş kuruştu harçlığım. Bir tek sinemaya giderken elli kuruş verirdi babam…
Dersim yoktu, öğretmenler odasında, bir ders boyunca düşündüm. Ne yapmalıydım? Elif için yüz lira büyük bir kayıp sayılmazdı. Ailesinin durumu çok iyiydi. Birkaç saat geçmeden unuturdu. Ya Selen? İleri de o da benim gibi üzülmeyecek miydi? Pişmanlığı içini yakmayacak mıydı? Öğretmen arkadaşlarla konuşmayı düşündüm, hemen vazgeçtim. En iyisi rehberlik öğretmeni Esin Hanım’a anlatmalı dedim içimden. O, Selen’i üzmeden mutlaka sorunu çözerdi… Bir yandan da çocukluğuma gidip geliyordu aklım. Ya okulda öğrencilerin üzeri aransaydı, para bende bulunsaydı; ne yapardım? Kesin adım hırsıza çıkardı. Onulmayacak yıkımlar yaşardım… O parayı sonunda evdekilere göstermiştim. “Bakın para buldum,” demiştim. Babam parayı benden almıştı… Evet, aldı ve bir daha da vermedi bana. Bu da içimde ayrı bir yaradır. O yaşımda üzülerek birçok şeyi sorgulamıştım…
Hiç kimseye duyurmayacaktım. Bir yolunu bulup sorunu ben çözecektim. Çocuğu üzmeden halletmenin mutlaka bir yolu vardı. Ancak, durum hiç beklemediğim bir şekilde alevlendi. Eliflerin sınıfa, derse girdiğimde Elif’i iki gözü iki çeşme ağlarken buldum. Sahra ve Ayla da üzüntülüydüler. Belki kendilerinden kuşkulanıldığını düşünüyorlardı. Elif’in hemen yan tarafında oturan Selen ise hiçbir şey olmamışcasına kendi âlemindeydi. Elif’i teselli etmeye çalıştım. Yatışacak gibi değildi.
“Öğretmenim, para hiç önemli değil, kendime kızıyorum, koca kız oldum, cebimdeki paraya sahip çıkamıyorum. Ben ne diyeceğim anneme?”
“Annen anlayışla karşılar, senin canın sağ olsun der.”
“Biliyorum… Para uçup gitmez ya öğretmenim, birisi bulmuştur mutlaka…”
Sahra ve Ayla’nın neden üzgün oldukları belli olmuştu.
“Belki gerçekten uçmuştur.” Ayla’ydı, sesi ağlamaklıydı. Oturduğu tek kişilik masasında hafiften boynunu bükmüş bana bakıyordu. Gözlerindeki masumiyetin güzelliği yüzüne yansıyordu. Arkadaş canlısı, duygusal bir kızdı. Ortaokula geçtiklerinde ilkokuldaki iki sınıfın öğrencileri karıştırılmıştı. İlkokulda dört yıl birlikte okudukları Zeynep’le ayrı sınıflara düşmüşlerdi. Çok üzülmüştü. Zeynep’le birlikte olabilmek için epey uğraşmıştı. Birkaç kez benimle de konuşmuş, benden yardım istemişti. Onu ikna edene kadar epey uğraşmıştım. 
“Evet, öğretmenim, hava rüzgarlı, rüzgar alıp götürmüştür.” Sahra’nın da Ayla’dan bir farkı yoktu. İkisine de üzüldüm, zan altında kalmak hiç hoş değildi.
“Öğretmenim, yanlış anlaşılmasın, arkadaşlarım üzülmesin, onların aldığı aklımdan bile geçmiyor…” Yeniden ağlamaya başlayınca daha fazla üstelemeden derse geçtim.
Dersimi işlerken aklımın bir yanı sürekli Selen’deydi. Ya sınıfta arama yaparlarsa, ya para onun üzerinde bulunursa… Bunun ihtimali bile kalbimin sıkışmasına yetiyordu. Böyle bir aramaya okulda kimse izin vermez, deyip birazcık rahatlayabildim. Ama iyimser halim çok sürmedi… Bu şekilde dersin biteceği de yoktu. En iyisi öğrenciler teneffüse çıkarken ağırdan alıp en sona kalmaktı. Bazen öğrenciler, ben sınıftan ayrılmadan kürsüye gelip benimle sohbet ederlerdi. Belki Selen kalkıp yanıma gelirdi. Konuşurdum onunla. Gelmedi, yerinden bile kalkmadı, defterinin üzerine eğilmiş bir şeyler yazıyordu.
Son dersler etüt saatleriydi. Öğrenciler bu saatte genelde ertesi günün derslerini yaparlardı. Bazen de test çözerlerdi. Son dersim yine Eliflereydi. Derste sözü, kaybolan paraya getirdim. “Elif’in gözyaşları beni çok üzüyor çocuklar. Parasını bulan keşke getirip verse…” Bir yandan da Selen’e bakıyordum. Oralı bile değildi o. Sanki beni duymuyordu. Çıkışa çok az zaman kalmıştı. Hâlâ hiçbir şey yapamamıştım. Selen’le konuşma fırsatı yaratmanın tek yolu onu ders çıkışında okulda tutmaktı. On on beş dakika yeterdi bana.
Selen’in yanına gidip başına dikildim. Eğilip kulağına, dersten sonra çalışalım mı, diye soracaktım. Bir türlü cesaretimi toplayamadım. O benden önce davrandı, kafasını kaldırıp defterini bana doğru tuttu.
“Bak öğretmenim, bunları ben yaptım,” dedi.
“Çok güzel Selen…” diyebildim. Tam o sırada kapı çalındı içeriye Esin Öğretmen girdi.
“Hocam, rahatsız ediyorum, ama mutlaka konuşmam gerekiyordu…”
Esin Öğretmen’in Selen’le bakıştıklarını fark ettiğimde kalbim heyecanla çarpmaya başladı. Biliyordum, Esin Öğretmen özenlidir, çocuğu üzecek bir şey yapmazdı; ama yine de kaygılanmıştım.  
“Hata bende hocam, öğleden sonra toplantıya girdim, ancak şimdi çıkabildim. Selen yüz lira bulmuş, bana getirmişti. Elif’inmiş…”
Sınıftaki tüm öğrenciler dönüp Selen’e baktılar. Benim gözlerim Elif’teydi. Tepkisini merak ediyordum. Yerinden kalkıp Selen’e sarıldı. Birden sınıfta müthiş bir alkış koptu. Çocukların o andaki sevinci görülmeye değerdi…
Derslik boşalırken Elif sessizce gelip yanıma sokuldu.
“Öğretmenim, ben size söylemiştim, Selen çok iyi kızdır…”
“Elif, sen de en az onun kadar iyisin. Seni çok seviyorum…”
10.11.2019 / AKBÜK
(Öğrencilerime verdiğim sözü yerine getirmeye devam ediyorum. İçinde adlarının geçeceği öyküler yazacaktım. Adı geçenlerin karakterlerini elimden geldiğince vermeye çalışıyorum. Kitaplaştırıp bastırdığımda ileride onlar için hoş anı olacağına inanıyorum. Onlar benim meslek hayatımdaki tüm öğrencilerimin özetidir, onları çok seviyorum…)

     



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder