15 Ekim 2017 Pazar

ZİKİRMATİK

19 Mart 2016: İstanbul’un kalbi İstiklal Caddesi’nde kendini patlatan canlı bomba üç İsrailli ve bir İranlı turistin ölümüne neden oldu...
Canlı bomba eylemlerinin bende yarattığı korku hayatımı zindana çevirmişti. Yaşadığım duruma evham, kuruntu, vesvese, kuşku, ne derseniz deyin fark etmez. Ben ben olmaktan çıkmış, korkunun esiri olmuştum. Nerede, ne zaman bir bombalama olayı yaşanmış, ezbere bildiğimi söylersem sanırım durumumu daha iyi açıklamış olurum. Sadece bilmekle kalsam neyse, aylar-yıllar önce meydana gelmiş bir patlama, olmadık zamanlarda aniden aklıma geliyordu. Bu da yetmiyor, kafamda, benim de içinde bulunduğum senaryolar yazmaya başlıyordum. Şimdi olduğu gibi... Ölmek neyse de kolu bacağı kopmuş şekilde yaşama olasılığı daha bir korkutuyordu beni. “Bu kadar çok kuruntu etme, bir gün başına gelir,” dediklerinde çok öfkeleniyorum. Sanki benim elimdeydi düşünmemek...
 Boğucu hava, o gün yaşayacağım olayın habercisiydi sanki. Nem ve sıcak İstanbullulara nefes aldırmıyordu. Oldum olası sıcak havaları sevmem, mecbur kalmadıkça böyle zamanlarda dışarı çıkmam. Ofisimde klimanın altında keyif çatarken bir müşterimden telefon geldi. Bir tanıdığı iş vermek istiyormuş. Epeyce uzun sürecek reklamdan söz ediliyordu. Hemen gelmemi istediler. Normal koşullarda ağırdan alırdım, ama bu iş kaçırılacak cinsten değildi. İşler kötü giderken nazlanmanın bir âlemi yok, deyip ofisimden çıktım.
Gideceğim yer Taksim’deydi. Arabamla oraya gitmem çok zordu. İstanbul trafiğinde saatli randevulara özel arabanızla gitmek cesaret ister... Metrobüs durağı iş yerime yakındı. Şansıma fazla beklemedim. Aslında kolay kolay toplu taşıma araçlarını kullanmam, üstelik böylesine vesveseliyken. Metrobüse binince kendime kızdım, neden bir taksi çevirmemiştim? Aceleciliğim başıma hep iş açar. Şimdiki gibi! Diyeceksiniz ki Afrika sıcağına mı çıktın da bu kadar mızırdanıyorsun? Asıl sıkıntım sıcak değil ki, kalabalıklarda bulunmak.
17 Şubat 2016: Ankara'da Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ait bir servis aracı hedef alındı. TBMM'den beş dakika uzaklıkta patlayan bombalar 28 kişinin canına mal oldu, 61 kişi de yaralandı.
Canlı bomba eylemlerinden sonra kalabalık içine girmiyordum. Daha doğrusu giremiyordum. Sokakta etrafıma üç beş kişi toplansa anında betim benzim atıyor, ter içinde kalıyordum. Panik atak dedikleri hastalıkla da böyle tanıştım. Bir haftadır psikologa gidiyorum bu nedenle. Doktorum, atlatırsın diyor, ama bana pek öyle gelmiyor.
 Metrobüse Maslak Atatürk Oto Sanayi durağında binmiştim. İçerisi fazla kalabalık değildi. Birkaç tane boş koltuk bile vardı. Ben ayakta dikilmeyi tercih ettim. Önce rahattım, kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Her zamanki sıradan günlerden farkı yok bugünün, birazdan hiçbir şey olmadan ineceksin metrobüsten. Gidip sözleşmeyi yapacak, işi alacaksın, sakin ol Murat! Daha neler neler demiyordum ki içimden. Ama fazla direnemedim; lanet olsun, nerden bindim ben buna diye kızmaya başladım kendime. Sağ yanımda oturan çarşaflı kadını görmüştüm. Sanki benim inadıma birileri kadını getirip oraya oturtmuştu. Yanlış anlamayın, çarşaflı kadınlarla bir sorunum yoktur benim. İsteyen istediği gibi giyinebilir. Bizim kuşak böyle şeylere takıntılı değildir. Yaşım yirmi sekiz. Üniversitede anlatırlardı, bizden önce başörtüsü eylemleri olurmuş. Duyduklarımıza gülerdik. Gerçi şimdi de tersi kaygılar çok konuşuluyor; yarın öbür gün bir de bakmışsın ki sokağa başı açık çıkmak için kadınlar eylem yapıyorlar...
20 Temmuz 2015: Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde düzenlenen bombalı saldırıda 34 kişi hayatını kaybetti, 100’den fazla kişi de yaralandı. Saldırıda Suriye’nin Kobani kentine yardım götürmek isteyen solcu gençler hedef alındı.
Çarşaflı kadının yüzü kapalı değildi. Dudaklarının kıpırdadığını, bir şeyler söylediğini fark ettim. Dua ediyordu herhalde... Ama... Yanıp sönen kırmızı noktayı gördüğüm anda dizlerimin bağı çözüldü. Kadının elinde küçücük bir alet vardı. Başparmağı aletin üzerindeydi. Kadının dudakları bazen daha hızlı oynuyordu. Her zamanki gibi tepeden tırnağa su içinde kalmıştım. Ama böylede hiç terlememiştim. Kalbim göğsümden dışarı fırlayacakmış gibi atıyordu. Bağırmayı, insanları uyarmayı düşündüm. Ya yanılıyorsam... Durduk yere panik yaratacaktım. Hayır, yanılmıyordum, gördüklerimin başka bir açıklaması yoktu; kadının parmağı bomba düzeneğini ateşleyecek düğmenin üzerindeydi, gözlerimle görüyordum. Birazdan bombayı patlatacak... Yarın çıkacak gazetelerdeki manşetleri okuyabiliyordum. Kurbanların arasında benim de ismim vardı! Kaçamamıştım işte, beklediğim o korkunç son başıma geliyordu. Kadının yanından uzaklaşsam, kaçsam belki sağ kalabilirim. Ayaklarımı kıpırdatamıyorum ama... Ya kolsuz bacaksız kalırsam?..
8 Eylül 2015: Iğdır'da zırhlı polis aracına düzenlenen bombalı saldırıda 13 polis memuru hayatını kaybetti.
Metrobüs, Gayrettepe durağında durduğunda kendimi dışarı attım. İlk gördüğüm duvarın üzerine külçe gibi çöküp kaldım. Hareket eden metrobüsün ardından bakarken ağlamaklıydım. Ne sözleşme, ne de iş umurumda değildi. Yeter ki bacaklarıma can gelsindi! Bir saate yakın elimde telefon, sürekli son dakika haberlerine baktım. Her seferinde “Son Dakika- Flaş Haber” yazısını gördüğümde, işte bu, diyordum. Eğer telefonum çalmasaydı bekleyişim daha çok sürerdi. Arayan müşterimdi, nerde kaldın diye soruyordu. Sesimden durumumum iyi olmadığını anlayınca neyin var, diye sordu. Ben de yaşadıklarımı ayrıntısıyla anlattım.
“Sen çok yaşa emi! Sözünü ettiğin alet zikirmatik, zikir saymaya yarıyor.”
Ne mi yaptım; acı acı güldüm. Son yıllarda ne kadar çok acı acı güldüğümü fark ettim o an...
10 Ekim 2015: Ankara'de tren garının önünde meydana gelen saldırı Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı terör saldırısı oldu. Barış Mitingi düzenlemek amacıyla toplanan kalabalığın arasında art arda patlayan iki bomba, 109 kişinin ölümüne neden oldu. Saldırıda 500'den fazla kişi de yaralandı.
                      (Ekim 2016 Bodrum / Ekim 2017 Kdz.Ereğli)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder