ZİKİRMATİK
19 Mart 2016:
İstanbul’un kalbi İstiklal Caddesi’nde kendini patlatan canlı bomba üç İsrailli
ve bir İranlı turistin ölümüne neden oldu...
Canlı bomba eylemlerinin bende yarattığı korku
hayatımı zindana çevirmişti. Yaşadığım duruma evham, kuruntu, vesvese, kuşku,
ne derseniz deyin fark etmez. Ben ben olmaktan çıkmış, korkunun esiri olmuştum.
Nerede, ne zaman bir bombalama olayı yaşanmış, ezbere bildiğimi söylersem
sanırım durumumu daha iyi açıklamış olurum. Sadece bilmekle kalsam neyse, aylar-yıllar
önce meydana gelmiş bir patlama, olmadık zamanlarda aniden aklıma geliyordu. Bu
da yetmiyor, kafamda, benim de içinde bulunduğum senaryolar yazmaya başlıyordum.
Şimdi olduğu gibi... Ölmek neyse de kolu bacağı kopmuş şekilde yaşama olasılığı
daha bir korkutuyordu beni. “Bu kadar çok kuruntu etme, bir gün başına gelir,”
dediklerinde çok öfkeleniyorum. Sanki benim elimdeydi düşünmemek...
Boğucu hava, o
gün yaşayacağım olayın habercisiydi sanki. Nem ve sıcak İstanbullulara nefes
aldırmıyordu. Oldum olası sıcak havaları sevmem, mecbur kalmadıkça böyle zamanlarda
dışarı çıkmam. Ofisimde klimanın altında keyif çatarken bir müşterimden telefon
geldi. Bir tanıdığı iş vermek istiyormuş. Epeyce uzun sürecek reklamdan söz
ediliyordu. Hemen gelmemi istediler. Normal koşullarda ağırdan alırdım, ama bu iş
kaçırılacak cinsten değildi. İşler kötü giderken nazlanmanın bir âlemi yok,
deyip ofisimden çıktım.
Gideceğim yer Taksim’deydi. Arabamla oraya gitmem çok
zordu. İstanbul trafiğinde saatli randevulara özel arabanızla gitmek cesaret
ister... Metrobüs durağı iş yerime yakındı. Şansıma fazla beklemedim. Aslında
kolay kolay toplu taşıma araçlarını kullanmam, üstelik böylesine vesveseliyken.
Metrobüse binince kendime kızdım, neden bir taksi çevirmemiştim? Aceleciliğim
başıma hep iş açar. Şimdiki gibi! Diyeceksiniz ki Afrika sıcağına mı çıktın da
bu kadar mızırdanıyorsun? Asıl sıkıntım sıcak değil ki, kalabalıklarda bulunmak.
17 Şubat 2016: Ankara'da Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ait bir
servis aracı hedef alındı. TBMM'den beş dakika uzaklıkta patlayan bombalar 28
kişinin canına mal oldu, 61 kişi de yaralandı.
Canlı bomba eylemlerinden sonra kalabalık içine
girmiyordum. Daha doğrusu giremiyordum. Sokakta etrafıma üç beş kişi toplansa anında
betim benzim atıyor, ter içinde kalıyordum. Panik atak dedikleri hastalıkla da
böyle tanıştım. Bir haftadır psikologa gidiyorum bu nedenle. Doktorum,
atlatırsın diyor, ama bana pek öyle gelmiyor.
Metrobüse
Maslak Atatürk Oto Sanayi durağında binmiştim. İçerisi fazla kalabalık değildi.
Birkaç tane boş koltuk bile vardı. Ben ayakta dikilmeyi tercih ettim. Önce
rahattım, kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Her zamanki sıradan günlerden farkı
yok bugünün, birazdan hiçbir şey olmadan ineceksin metrobüsten. Gidip
sözleşmeyi yapacak, işi alacaksın, sakin ol Murat! Daha neler neler demiyordum
ki içimden. Ama fazla direnemedim; lanet olsun, nerden bindim ben buna diye
kızmaya başladım kendime. Sağ yanımda oturan çarşaflı kadını görmüştüm. Sanki
benim inadıma birileri kadını getirip oraya oturtmuştu. Yanlış anlamayın,
çarşaflı kadınlarla bir sorunum yoktur benim. İsteyen istediği gibi
giyinebilir. Bizim kuşak böyle şeylere takıntılı değildir. Yaşım yirmi sekiz.
Üniversitede anlatırlardı, bizden önce başörtüsü eylemleri olurmuş.
Duyduklarımıza gülerdik. Gerçi şimdi de tersi kaygılar çok konuşuluyor; yarın
öbür gün bir de bakmışsın ki sokağa başı açık çıkmak için kadınlar eylem yapıyorlar...
20 Temmuz
2015: Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde düzenlenen bombalı saldırıda 34 kişi
hayatını kaybetti, 100’den fazla kişi de yaralandı. Saldırıda Suriye’nin Kobani
kentine yardım götürmek isteyen solcu gençler hedef alındı.
Çarşaflı kadının yüzü kapalı değildi. Dudaklarının
kıpırdadığını, bir şeyler söylediğini fark ettim. Dua ediyordu herhalde...
Ama... Yanıp sönen kırmızı noktayı gördüğüm anda dizlerimin bağı çözüldü. Kadının
elinde küçücük bir alet vardı. Başparmağı aletin üzerindeydi. Kadının dudakları
bazen daha hızlı oynuyordu. Her zamanki gibi tepeden tırnağa su içinde
kalmıştım. Ama böylede hiç terlememiştim. Kalbim göğsümden dışarı fırlayacakmış
gibi atıyordu. Bağırmayı, insanları uyarmayı düşündüm. Ya yanılıyorsam... Durduk
yere panik yaratacaktım. Hayır, yanılmıyordum, gördüklerimin başka bir
açıklaması yoktu; kadının parmağı bomba düzeneğini ateşleyecek düğmenin üzerindeydi,
gözlerimle görüyordum. Birazdan bombayı patlatacak... Yarın çıkacak
gazetelerdeki manşetleri okuyabiliyordum. Kurbanların arasında benim de ismim
vardı! Kaçamamıştım işte, beklediğim o korkunç son başıma geliyordu. Kadının
yanından uzaklaşsam, kaçsam belki sağ kalabilirim. Ayaklarımı kıpırdatamıyorum
ama... Ya kolsuz bacaksız kalırsam?..
8 Eylül 2015: Iğdır'da zırhlı polis aracına düzenlenen
bombalı saldırıda 13 polis memuru hayatını kaybetti.
Metrobüs, Gayrettepe durağında durduğunda kendimi dışarı
attım. İlk gördüğüm duvarın üzerine külçe gibi çöküp kaldım. Hareket eden
metrobüsün ardından bakarken ağlamaklıydım. Ne sözleşme, ne de iş umurumda
değildi. Yeter ki bacaklarıma can gelsindi! Bir saate yakın elimde telefon,
sürekli son dakika haberlerine baktım. Her seferinde “Son Dakika- Flaş Haber”
yazısını gördüğümde, işte bu, diyordum. Eğer telefonum çalmasaydı bekleyişim
daha çok sürerdi. Arayan müşterimdi, nerde kaldın diye soruyordu. Sesimden
durumumum iyi olmadığını anlayınca neyin var, diye sordu. Ben de yaşadıklarımı
ayrıntısıyla anlattım.
“Sen çok yaşa emi! Sözünü ettiğin alet zikirmatik,
zikir saymaya yarıyor.”
Ne mi yaptım; acı acı güldüm. Son yıllarda ne kadar
çok acı acı güldüğümü fark ettim o an...
10 Ekim 2015: Ankara'de tren garının önünde meydana gelen
saldırı Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı terör saldırısı oldu. Barış
Mitingi düzenlemek amacıyla toplanan kalabalığın arasında art arda patlayan iki
bomba, 109 kişinin ölümüne neden oldu. Saldırıda 500'den fazla kişi de yaralandı.
(Ekim 2016 Bodrum / Ekim
2017 Kdz.Ereğli)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder