AKILLI TAHTA SAÇMALIĞI
(Yazmak Boynumun Borcu -1-)
(Yazmak Boynumun Borcu -1-)
Öğretmenlik
mesleğine 1976-1977 öğretim yılında başladım. Tam kırk yıl sonra 2016-2017
öğretim yılının sonunda çok sevdiğim mesleğimi bıraktım. Aslında 2007 yılında
emekliye ayrılmıştım. Sekiz yıl aradan sonra Bodrum’da özel bir okulda yeniden
döndüm mesleğime. İki yıl çalıştıktan sonra bazı nedenlerden dolayı emekliye
ayrıldım.
Ayrılma
nedenlerinden biri de eğitim sisteminin geldiği noktaydı. Uzun yıllar dördüncü
ve beşinci sınıfların matematik dersine girdim. Matematik eğitimi 10-12 yaşları
arasındaki çocuklar için hayati öneme sahiptir. Düşüncede somuttan soyuta
geçişin yaşandığı yaş dilimidir bu yıllar. Bu yıllardaki matematik eğitiminin
çocuğun gelecekteki öğrencilik yıllarını ve hayatını etkileyeceği açıktır.
Matematiğin asıl amacı çocuğa matematiksel düşünme becerisini kazandırmaktır.
Yani kısaca düşünebilmeyi öğretmektir. Sokrates’in dediği gibi “Öğrencilere bir
şey öğretmek yerine, onların düşünmelerini sağlamalıyız. Çünkü düşünmeye başladıklarında
zaten kendi çabalarıyla öğrenirler. Ve bir çaba sonucu öğrenilen bilgi, en
kalıcı bilgidir, asla silinmez.”
Çocuğa
düşünebilmeyi nasıl öğreteceğiz? Matematik ders programının bu soruya yanıt
verecek şeklide hazırlanması gerekiyor. Mesleğe başladığım yıllarda -öncesinde
ve sonrasında da- ders programı bir sistem içeriyordu. Öğretmenin niteliğinden
daha çok bu program belirleyici oluyordu. Bu programı başından sonuna kadar
uygulayan öğretmen sene sonu geldiğinde mutlaka sonuç alıyordu. Küçük yaştan
itibaren sistematik düşünebilme becerisi kazanan çocuk, doğal olarak bu
özelliğini hayatı boyunca kullanacaktır.
Sözünü ettiğim
yıllarda matematik dersinin öğrencilere ağır geldiği söylenirdi. Sınavlar
nedeniyle çocuklara çok yüklenildiğinden şikâyet edilirdi. Bir uygulayıcı
olarak okuttuğum çocukların çok büyük kısmında söylenilen sıkıntılara tanık
olmadım. Meslek hayatım boyunca, altı binden fazla öğrenciye eğitim verdim.
Öğrencilerimin neredeyse tamamı matematik dersini severek bir üst sınıflara
geçtiler.
Matematik konuları
kümelerle başlardı. (Şimdi kaldırılmış, liseye kaydırılmış.) Daha sonra doğal
sayılara geçilir, sonra sırasıyla kesirler ve ondalık sayılar verilirdi.
Bilgiler mutlaka problemlerle desteklenirdi. Geometride ise ölçüsel olmayan
geometriyle başlayan konular, düzlemsel şekillerle devam ederdi. Prizmaların
alanları ve hacimleri de öğretilirdi. Özellikle küme ve geometrideki alan
problemleri başta sözünü ettiğim somuttan soyuta geçişin anahtar konularıydı.
Kümeler konusu neden kaldırıldı diye
sorduğumda aldığım yanıt şu oldu: “Çocuklara soyut geliyor, onların anlama
yeteneklerine uygun değil.” Alabildiğine öznel bir söylem. Tecrübelerim hiç de
böyle demiyor. Bugünkü müfredatta birçok konuda kümesel terim kullanılıyor.
Çocuğa kümeler öğretilmiyor ama terimleri verilmek zorunda kalınıyor. Saçmalık
değil mi? Zaten amaç soyut düşünebilmeyi öğretmektir...
Eskiden EKOK ve
EBOB problemleri vardı. Kesirlerde havuz problemleri mutlaka olurdu. Kesirlerde
toplama ve çıkarma öğretirken ya da çarpma bölmeyi verirken elbette öğrencinin
EKOK ve EBOB bilmesi gerekecektir. Konunun özüne inilmez, ezbere öğretilirse,
biricisi çocuğa zor gelecektir, ikincisi de düşünebilme becerisi
gelişmeyecektir. Yani matematik dersi amacından sapacaktır. Havuz
problemleriyle dalga geçilir. “Yukarıdan doluyor, aşağıdan boşalıyor, bu
havuzlar bir türlü dolmuyor!” Konuya ezber yönünden bakan bu kişilere ne
söyleseniz boş! Amaç problemi çözmek değil, problemin nasıl çözüldüğüne kafa
yormaktır...
Kesirler ya da
ondalık sayılar, bildiğimiz doğal sayılardan farklı değildir; adı üstünde
sayı... 18 hangi sayının 6 katıdır demekle, 3/5 hangi sayının 4/7 katıdır demek
aynı şeydir. Çözüm yolları değişmez yani. Havuz problemleri de, yol-hız
problemleri de aynı kolaylıkla çözülebilir. Yeter ki öğrenciye düşünebilme
becerisi kazandırılsın.
Bugünkü eğitim
sisteminde öğretmenlerin ve öğrencilerin temel sorunlarından biri de çarpım
tablosu. Çarpım tablosu ezberletilmeyecek, ritmik saymalarla çocuk
kendiliğinden öğrenecekmiş. Bu söylem insanın kulağına ne kadar da hoş geliyor
değil mi? Sanki bizim öğretmenlerimiz
öğrencilerine çarpmayı öğretirken başka yol izlediler. Eskiden de çarpma ritmik
saymayla öğretilirdi. Çocuklar çarpmayı kavradıktan sonra ezbere geçerlerdi.
Şimdiki sistemde çocuk çarpım tablosunu ezbere bilmediğinden en basit problemde
bile parmak saymak zorunda kalıyor. Çarpma amaç değil araçtır, bunu anlamadıklarından
dolayı böyle orjinal(!) öğrenme yolları icat ediyorlar!
Bugünkü müfredatta geometri konuları
da evlere şenlik! Dördüncü, beşinci sınıfta doğru dürüst ne çevre ne de alan hesapları
öğretiliyor. Üçgen ve daireye ise yok denecek kadar yer veriliyor. Oysa
geometri tam da bu yaşlarda zevkle öğrenilir. Son iki yıl çalıştığım kurumda
yirmi yıl öncesinde nasıl anlatıyorsam öyle anlattım konuları. Zor kolay
demeden her türlü soruyu sordum. Öğrencilerim hiç de sıkıntı çekmediler. Zorlayıcı
hiçbir nedenleri olmadığı halde derslerime de zevkle katıldılar. Öğrencilerimle
birlikte dolu dolu iki yıl yaşadık. Yeniden mesleğe dönmeme neden olan
yöneticilerim bana özgürlük tanımışlardı, ben de bunu en iyi şekilde
değerlendirdim. Onlar okuldan ayrılmak zorunda kaldıklarında bana da yol
görünmüştü... Bana yöneltilen soruların başında, “Senin gibi bir öğretmeni
neden çalıştırmıyorlar?” gelmekte. Sanırım bu soruyu da yanıtlamış oldum...
Bu iki yıl
içinde hiç mi sıkıntı yaşamadım? Elbette sıkıntılarım oldu. Birinci sıkıntım
“akıllı tahta”, ikincisi de “akıllı defter”di. Sınıfın tam orta yerinde akıllı
tahtalar, yanlarda da bildiğimiz klasik tahtalar vardı. Akıllı tahtayı az
kullandığımı söylemeliyim. Önce kullanmakta zorlandım, önyargılı olmayayım
diyerek kullanmayı öğrendim, ama verim alamadığımı görünce vazgeçtim. Kenarlara
sıkıştırılmış küçük tahtalarla idare ettim. Tahtanın başında bir uçtan diğer
uca koşturmak kolay değildi. Akıllı matematik defterlerin sadece sorular
kısmını kullandım, ayrıca bildiğimiz kareli defter aldırdım öğrencilerime.
Beşinci sınıfa gelmiş öğrencilerin defter kullanamadıklarını görünce çok şaşırmıştım.
Soruyu sayfaya yazmakta sıkıntı çeken bir öğrenci problemi nasıl çözebilir?
Bir makale
okumuştum, Amerika’daki Silikon Vadisi’nin birçok önde gelen üyesi (Bill Gates
ve Stave Jobs dâhil) çocuklarını akıllı telefon, akıllı tablet vb. araçlardan
uzak tutuyorlarmış. Çocuklarının okullarında ise bizim bildiğimiz kara
tahtalar, tebeşir ve kâğıt kalem kullanılıyormuş. Akıllı tahta vb. teknolojiyi
üretip dünya ülkelerine pazarlayan bu şahısların kendi çocuklarının okullarında
akıllı tahta kullanmamaları dikkat çekici değil mi? Böyle davranmalarının en
önemli nedeni öğrenme aşamasında kullanılan teknolojik araçların çocukta
yaratıcılığın gelişimini engellemesidir.
Teknolojiye karşı
değilim, ama okullarda bu şekilde kullanılmasına doğru bulmuyorum. Gelişim
çağındaki çocuklar için yarardan çok zararı var. Ülkemizde akıllı tahtalar,
akıllı defterlerle destekleniyor. Akıllı tahtaya uyumlu defter kullanmak bir
maharetmiş gibi sunuluyor. Bir akıllı defterin kapağında şöyle reklam
sloganları gördüm: “Not tutmakla uğraşıp zaman kaçırma!” “Not almayı en aza
indirerek derse olan ilgiyi ve motivasyonu artırır.” “Öğrencinin ders işleme
sürecine daha aktif katılımını artırarak...” “Öğrenciye bırakılan boşluklar ile
öğretmenin daha verimli ders işlemesini sağlar.” Bunların tamamı yanlış, deneyimlerim
tam tersini söylüyor. Öğrencilerin işitsel ve görsel öğrenmede sıkıntılar
yaşadığını gördüm. Akıllı tahta ve akıllı defter uygulaması olan okullarda aynı
sıkıntıların yaşandığını düşünüyorum. Şunu da açıkça belirtmek istiyorum, benim
ilgi alanın 10-12 yaş arası çocuklardır. Gözlemlerim de onlarla ilgilidir.
Özel okullarda
-hatta devlet okullarında- teknolojik araç gereç kullanılarak kaliteli eğitim
verildiği sanılıyor ve bu doğrultuda reklam yapılıyor. Eğitim sistemimizdeki
sorunların temel nedenlerinden birinin bu anlayışın olduğuna inanıyorum. Müfredatta
yanlış, istenmeyen bilgi ve konulara yer verilmesi elbette üzücüdür. Bunlara
bakarak eğitimin geri gittiğine karar veriliyor. Asıl vahim olanı çocuğa
düşünebilme becerisi kazandıracak matematik müfredatının uygulanmamasıdır.
Çocuk düşünebilmeyi içselleştirdiğinde bilimsel düşünceyi de öğrenecektir.
Okullardan matematik dersini kaldırmakla eş değerdedir müfredatın bu hali...
Özel okullarla ilgili de yazmam gereken önemli tespitlerim var. Şimdilik
onlara değinmeyeceğim. Çünkü çok farklı bir konu, ama en az eğitim sistemi
kadar önemli. Özel okul sahipleri ya da kurucuların eğitime patron gözüyle
baktığı yerde elbette çok büyük sorunlar yaşanacaktır. Bunları da “Yazmak Boynumun
Borcu (2)” de anlatacağım...
(31.01.2018 / FerhanTopçu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder