5 Şubat 2018 Pazartesi

AKILLI TAHTA SAÇMALIĞI
(Yazmak Boynumun Borcu -1-)

        Öğretmenlik mesleğine 1976-1977 öğretim yılında başladım. Tam kırk yıl sonra 2016-2017 öğretim yılının sonunda çok sevdiğim mesleğimi bıraktım. Aslında 2007 yılında emekliye ayrılmıştım. Sekiz yıl aradan sonra Bodrum’da özel bir okulda yeniden döndüm mesleğime. İki yıl çalıştıktan sonra bazı nedenlerden dolayı emekliye ayrıldım.
        Ayrılma nedenlerinden biri de eğitim sisteminin geldiği noktaydı. Uzun yıllar dördüncü ve beşinci sınıfların matematik dersine girdim. Matematik eğitimi 10-12 yaşları arasındaki çocuklar için hayati öneme sahiptir. Düşüncede somuttan soyuta geçişin yaşandığı yaş dilimidir bu yıllar. Bu yıllardaki matematik eğitiminin çocuğun gelecekteki öğrencilik yıllarını ve hayatını etkileyeceği açıktır. Matematiğin asıl amacı çocuğa matematiksel düşünme becerisini kazandırmaktır. Yani kısaca düşünebilmeyi öğretmektir. Sokrates’in dediği gibi “Öğrencilere bir şey öğretmek yerine, onların düşünmelerini sağlamalıyız. Çünkü düşünmeye başladıklarında zaten kendi çabalarıyla öğrenirler. Ve bir çaba sonucu öğrenilen bilgi, en kalıcı bilgidir, asla silinmez.”
         Çocuğa düşünebilmeyi nasıl öğreteceğiz? Matematik ders programının bu soruya yanıt verecek şeklide hazırlanması gerekiyor. Mesleğe başladığım yıllarda -öncesinde ve sonrasında da- ders programı bir sistem içeriyordu. Öğretmenin niteliğinden daha çok bu program belirleyici oluyordu. Bu programı başından sonuna kadar uygulayan öğretmen sene sonu geldiğinde mutlaka sonuç alıyordu. Küçük yaştan itibaren sistematik düşünebilme becerisi kazanan çocuk, doğal olarak bu özelliğini hayatı boyunca kullanacaktır.
        Sözünü ettiğim yıllarda matematik dersinin öğrencilere ağır geldiği söylenirdi. Sınavlar nedeniyle çocuklara çok yüklenildiğinden şikâyet edilirdi. Bir uygulayıcı olarak okuttuğum çocukların çok büyük kısmında söylenilen sıkıntılara tanık olmadım. Meslek hayatım boyunca, altı binden fazla öğrenciye eğitim verdim. Öğrencilerimin neredeyse tamamı matematik dersini severek bir üst sınıflara geçtiler.
        Matematik konuları kümelerle başlardı. (Şimdi kaldırılmış, liseye kaydırılmış.) Daha sonra doğal sayılara geçilir, sonra sırasıyla kesirler ve ondalık sayılar verilirdi. Bilgiler mutlaka problemlerle desteklenirdi. Geometride ise ölçüsel olmayan geometriyle başlayan konular, düzlemsel şekillerle devam ederdi. Prizmaların alanları ve hacimleri de öğretilirdi. Özellikle küme ve geometrideki alan problemleri başta sözünü ettiğim somuttan soyuta geçişin anahtar konularıydı.
         Kümeler konusu neden kaldırıldı diye sorduğumda aldığım yanıt şu oldu: “Çocuklara soyut geliyor, onların anlama yeteneklerine uygun değil.” Alabildiğine öznel bir söylem. Tecrübelerim hiç de böyle demiyor. Bugünkü müfredatta birçok konuda kümesel terim kullanılıyor. Çocuğa kümeler öğretilmiyor ama terimleri verilmek zorunda kalınıyor. Saçmalık değil mi? Zaten amaç soyut düşünebilmeyi öğretmektir...
          Eskiden EKOK ve EBOB problemleri vardı. Kesirlerde havuz problemleri mutlaka olurdu. Kesirlerde toplama ve çıkarma öğretirken ya da çarpma bölmeyi verirken elbette öğrencinin EKOK ve EBOB bilmesi gerekecektir. Konunun özüne inilmez, ezbere öğretilirse, biricisi çocuğa zor gelecektir, ikincisi de düşünebilme becerisi gelişmeyecektir. Yani matematik dersi amacından sapacaktır. Havuz problemleriyle dalga geçilir. “Yukarıdan doluyor, aşağıdan boşalıyor, bu havuzlar bir türlü dolmuyor!” Konuya ezber yönünden bakan bu kişilere ne söyleseniz boş! Amaç problemi çözmek değil, problemin nasıl çözüldüğüne kafa yormaktır...
         Kesirler ya da ondalık sayılar, bildiğimiz doğal sayılardan farklı değildir; adı üstünde sayı... 18 hangi sayının 6 katıdır demekle, 3/5 hangi sayının 4/7 katıdır demek aynı şeydir. Çözüm yolları değişmez yani. Havuz problemleri de, yol-hız problemleri de aynı kolaylıkla çözülebilir. Yeter ki öğrenciye düşünebilme becerisi kazandırılsın.
         Bugünkü eğitim sisteminde öğretmenlerin ve öğrencilerin temel sorunlarından biri de çarpım tablosu. Çarpım tablosu ezberletilmeyecek, ritmik saymalarla çocuk kendiliğinden öğrenecekmiş. Bu söylem insanın kulağına ne kadar da hoş geliyor değil mi?  Sanki bizim öğretmenlerimiz öğrencilerine çarpmayı öğretirken başka yol izlediler. Eskiden de çarpma ritmik saymayla öğretilirdi. Çocuklar çarpmayı kavradıktan sonra ezbere geçerlerdi. Şimdiki sistemde çocuk çarpım tablosunu ezbere bilmediğinden en basit problemde bile parmak saymak zorunda kalıyor. Çarpma amaç değil araçtır, bunu anlamadıklarından dolayı böyle orjinal(!) öğrenme yolları icat ediyorlar!
          Bugünkü müfredatta geometri konuları da evlere şenlik! Dördüncü, beşinci sınıfta doğru dürüst ne çevre ne de alan hesapları öğretiliyor. Üçgen ve daireye ise yok denecek kadar yer veriliyor. Oysa geometri tam da bu yaşlarda zevkle öğrenilir. Son iki yıl çalıştığım kurumda yirmi yıl öncesinde nasıl anlatıyorsam öyle anlattım konuları. Zor kolay demeden her türlü soruyu sordum. Öğrencilerim hiç de sıkıntı çekmediler. Zorlayıcı hiçbir nedenleri olmadığı halde derslerime de zevkle katıldılar. Öğrencilerimle birlikte dolu dolu iki yıl yaşadık. Yeniden mesleğe dönmeme neden olan yöneticilerim bana özgürlük tanımışlardı, ben de bunu en iyi şekilde değerlendirdim. Onlar okuldan ayrılmak zorunda kaldıklarında bana da yol görünmüştü... Bana yöneltilen soruların başında, “Senin gibi bir öğretmeni neden çalıştırmıyorlar?” gelmekte. Sanırım bu soruyu da yanıtlamış oldum...
          Bu iki yıl içinde hiç mi sıkıntı yaşamadım? Elbette sıkıntılarım oldu. Birinci sıkıntım “akıllı tahta”, ikincisi de “akıllı defter”di. Sınıfın tam orta yerinde akıllı tahtalar, yanlarda da bildiğimiz klasik tahtalar vardı. Akıllı tahtayı az kullandığımı söylemeliyim. Önce kullanmakta zorlandım, önyargılı olmayayım diyerek kullanmayı öğrendim, ama verim alamadığımı görünce vazgeçtim. Kenarlara sıkıştırılmış küçük tahtalarla idare ettim. Tahtanın başında bir uçtan diğer uca koşturmak kolay değildi. Akıllı matematik defterlerin sadece sorular kısmını kullandım, ayrıca bildiğimiz kareli defter aldırdım öğrencilerime. Beşinci sınıfa gelmiş öğrencilerin defter kullanamadıklarını görünce çok şaşırmıştım. Soruyu sayfaya yazmakta sıkıntı çeken bir öğrenci problemi nasıl çözebilir?
         Bir makale okumuştum, Amerika’daki Silikon Vadisi’nin birçok önde gelen üyesi (Bill Gates ve Stave Jobs dâhil) çocuklarını akıllı telefon, akıllı tablet vb. araçlardan uzak tutuyorlarmış. Çocuklarının okullarında ise bizim bildiğimiz kara tahtalar, tebeşir ve kâğıt kalem kullanılıyormuş. Akıllı tahta vb. teknolojiyi üretip dünya ülkelerine pazarlayan bu şahısların kendi çocuklarının okullarında akıllı tahta kullanmamaları dikkat çekici değil mi? Böyle davranmalarının en önemli nedeni öğrenme aşamasında kullanılan teknolojik araçların çocukta yaratıcılığın gelişimini engellemesidir.
         Teknolojiye karşı değilim, ama okullarda bu şekilde kullanılmasına doğru bulmuyorum. Gelişim çağındaki çocuklar için yarardan çok zararı var. Ülkemizde akıllı tahtalar, akıllı defterlerle destekleniyor. Akıllı tahtaya uyumlu defter kullanmak bir maharetmiş gibi sunuluyor. Bir akıllı defterin kapağında şöyle reklam sloganları gördüm: “Not tutmakla uğraşıp zaman kaçırma!” “Not almayı en aza indirerek derse olan ilgiyi ve motivasyonu artırır.” “Öğrencinin ders işleme sürecine daha aktif katılımını artırarak...” “Öğrenciye bırakılan boşluklar ile öğretmenin daha verimli ders işlemesini sağlar.” Bunların tamamı yanlış, deneyimlerim tam tersini söylüyor. Öğrencilerin işitsel ve görsel öğrenmede sıkıntılar yaşadığını gördüm. Akıllı tahta ve akıllı defter uygulaması olan okullarda aynı sıkıntıların yaşandığını düşünüyorum. Şunu da açıkça belirtmek istiyorum, benim ilgi alanın 10-12 yaş arası çocuklardır. Gözlemlerim de onlarla ilgilidir.
         Özel okullarda -hatta devlet okullarında- teknolojik araç gereç kullanılarak kaliteli eğitim verildiği sanılıyor ve bu doğrultuda reklam yapılıyor. Eğitim sistemimizdeki sorunların temel nedenlerinden birinin bu anlayışın olduğuna inanıyorum. Müfredatta yanlış, istenmeyen bilgi ve konulara yer verilmesi elbette üzücüdür. Bunlara bakarak eğitimin geri gittiğine karar veriliyor. Asıl vahim olanı çocuğa düşünebilme becerisi kazandıracak matematik müfredatının uygulanmamasıdır. Çocuk düşünebilmeyi içselleştirdiğinde bilimsel düşünceyi de öğrenecektir. Okullardan matematik dersini kaldırmakla eş değerdedir müfredatın bu hali...
        Özel okullarla ilgili de yazmam gereken önemli tespitlerim var. Şimdilik onlara değinmeyeceğim. Çünkü çok farklı bir konu, ama en az eğitim sistemi kadar önemli. Özel okul sahipleri ya da kurucuların eğitime patron gözüyle baktığı yerde elbette çok büyük sorunlar yaşanacaktır. Bunları da “Yazmak Boynumun Borcu (2)” de anlatacağım...
                                                (31.01.2018 / FerhanTopçu)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder